Güneydoğu Asya’dan gelen insanlar, Solomon Adaları’na 5000 yıl kadar önce geldiler; bundan 2000 yıl kadar sonra da Yeni Kaledonya’ya ve Fiji’ye yerleştiler. M.Ö. 500 yıllarında Tanga’ya ulaştılar ve hemen sonra da oradan Samoa’ya eriştiler. Oradan ise Marquesas ve Sosyete Adalarına yayıldılar ve sonra Polinezya üçgenine vardılar. Paskalya Adası, Hawai ve Yeni Zelanda.
Bu da Marqueas, Tonga ve Paskalya Adası’nda başlayan ve Peru kıyılarına kadar yayılan megalitik bir kültürün doğuşunu belirlemektedir. O halde, Paskalya Adası’na yerleşen Polinezya yerlilerinin, İnka sanatının öncüleri oldukları iddia edilebilir. Vinapu ahu’su ve Eski Çağ’a ait heykeller, İnka sanatının ilk örnekleri olarak kabul edilebilirler. Acaba, Paskalya Adası’na M.S. 690 yıllarında ilk kez gelenler, yani Hotu Matua ve adamları bu kimseler miydi? Bu büyük heykelleri onların çocukları mı yaratmışlardı?
En yaygın olarak kabul gören kuram, Hotu Matu söylencesinin kökenini ikinci bir göç olayına bağlamaktadır. Bu varsayıma göre, ilk heykeller ve eski adak taşları, adanın yeni sakinlerine kalan miraslardı. Bu mirasçılar, kendilerinden önce gelenlerden bu işi devralmışlar, stillerini değiştirmişler ve ilerletmişlerdir. Onlar, aynı zamanda Rano Raraku’daki heykelleri de yapmışlardır. Mevcut olan taş yığınlarını yeniden biçimlendirmişler ve birçok yeni “ahu” daha inşa etmişlerdir. Ancak, bu arada dilimleri birleştirme tekniğini unuttukları anlaşılmaktadır. Daha sonra ise, “moai”leri mezarların üzerine yerleştirme modası başlamış ve zamanla heykeltraşlık tekniği de unutulmaya yüz tutmuştur.
Bu klasik dönem zaman içinde tam olarak belirlenebilir mi? Buluntulara göre, 1470 yıllarında heykeltraşlar hâlâ işbaşında bulunuyorlardı. Birçok uzmana göre, eğer olmuş ise, ikinci göç de yaklaşık olarak on ikinci yüzyılda gerçekleşmişti.
Bu dönemden sonra, birbirlerinden Pasifik’in enginliği yüzünden soyutlanmış olan her Polinezya kolonisi, kendi kültürlerini oluşturmuşlardır. Hawai, Yeni Zelanda ve Paskalya Adası gibi iyice birbirlerine uzak olan bölgelerde de en özgün ve çeşitli sanatsal tarzlar oluşmuştur.
Paskalya Adası’nda, yontmaya uygun taşların fazlalığı, kereste bulunmaması, dini ayinler gibi sosyal faktörlerin hepsi, bu taş yontuculuğu geleneğinin gelişmesine yol açmıştır. Ağaç yokluğu yüzünden, ada halkı uzun yolculuklar için gerekli olan gemileri de inşa etmekten yoksun idiler ve ada içinde iyice izole oldular.
Moai’ler, sadece birkaç yüzyıl önce ve binlerce yıl süren krallıklarla karşılaştırılırsa göreceli olarak çok kısa bir süre içinde inşa edildiler. Arkaik çağa ait olmayan heykellerin, yontulma tarzındaki bütünlük ve uyum, bu sanatın kısa süre içindeki gelişimini gösteren bir kanıt durumundadır. Heykellerin fiziki durumu da, onların yakın zamanlarda yapıldığını göstermektedir, çünkü volkanik kil, erozyona dayanıklı olmayan çok hassas bir malzemedir.
Moai’lerin anlamı ve yapılış sebebi neydi? En ilgi çeken moai’ler, Rano Raraku kraterinin çevresinde bulunanlardı. Araştırmacılara göre, burası her kabilenin tanrılaşmış olan kahramanları adına anıtlar diktikleri bir çeşit Pantheon’du. Fakat bulgular bu fikri desteklemektedir. Dağın yamaçlarında bulunan yetmiş heykel üzerinde yapılan bir arkeolojik inceleme, moai’lerin zeminlerinin düz olduğunu ve bunların önceden hazırlanmış olan çukurların içine yerleştirildiklerini göstermiştir. Görünüşe göre, bunlar geçici bir süre için buralara konulmuşlar ve tamamlandıktan sonra başka yerlere taşınmaları amacı güdülmüştür, fakat bu amaca hiçbir zaman ulaşılamamıştır.
Ada üzerinde dağılmış halde bulunan tek tek heykellerin sebebi neydi? 15 yılını moai’lerin araştırılmasına ayıran Dr. William Mulloy’a göre, bu heykeller yapıldıkları taş ocakları bölgesinden ahu’lara doğru taşınırlarken kırılmışlar ve bu nedenle de oldukları yerde bırakılmışlardır.
Ahu moai’lerin Marquesas’larda da kopyaları bulunmaktadır ve tanrı simgesi yerine büyük reisleri ve ünlü rahipleri simgeledikleri düşünülmektedir. Ölen kahramanlarının ruhlarının, bu heykellerin içerisinde olduğuna ve kabileyi buradan koruduklarına inanılmaktaydı. Bu heykellerin üzerinde bulunan kırmızı renkli başörtülerinin, dönemin yerlilerinin taşıdıkları başlıkları simgelediği sanılıyor.
Buraya kadar olan bilgilerin anlaşılması kolaydır. Ancak belirsiz olan şey, Paskalya Adası sakinlerinin, bu heykellerin ne kadar zamanda yaptıkları ve bunları nasıl taşıdıklarıdır.
Günümüzdeki varsayımlar, yontma işleminin 50 ila 300 adam-yıl arası sürdüğünü göstermektedir. Bu varsayımlar, Paskalya Adası yerlilerinin usta birer yontucu oldukları esasına dayanmaktadır ve adaya ilk gelen Polinezya yerlilerinin geliş tarihi ile 19. yy’de heykellerin devrilmelerine kadar geçen süre içinde yapılmış oldukları inancına dayanmaktadır.
Bu heykellerin nasıl taşındığı sorusu ise, en gerçekçi gözlemcilerin bile hayali birtakım kuramlar geliştirmelerine neden olmuştur. Bazı kuramlara göre, bunları bir köleler ordusu kuşaklar boyunca taşımış durmuşlardır. Paskalya Adası yerlileri ise, heykellerin sihirli güçlere sahip olduğunu ve kendi kendilerine yürüdüklerine inanırlardı. Volkanik bir patlama sonucunda da büyük taşlar adanın kıyılarına ve ovalarına yayılmış olabilir. Bazı gözlemcilere göre, adada patates yetişmekteydi ve ezilmiş patates halısı üzerinde heykeller kaydırılmış da olabilirdi.
Rano Raraku’nun incelenmesi, heykellerin taşınması için bir kablo sisteminden faydalanılmış olunabileceğini göstermektedir. Kraterin tepesindeki kayalıklar boyunca oluk, çıkıntı ve delikler gözlenmiş bulunmaktadır. Soruna, diğer Polinezya kültürlerinin açısından da bakılabilir. Marquesas yerlileri, halatların ve vadilerin eğimleri yardımı ile, 10 tona kadar varan heykelleri, adakların üzerlerine yerleştirmişlerdir. Tonganlar, Haka-Manga’daki mani kapısına 10 tonluk bir heykel yerleştirmeyi başarmışlardı. Yeni Zelanda’da yaşayan moai’ler büyük gemilerin yapımında kullanılan dev ağaçları taşımışlardır. Bunların her birinin ağırlığı moai’lerinkinden daha fazlaydı.
Ancak 90 ton ağırlıktaki ve 9 metre boyundaki dev heykelin Paskalya Adası’nın bir ucundan ahu’nun bulunduğu yere kadar nasıl taşınmış olduğu tam bir bilmecedir. Böylesine olağanüstü bir çalışma nasıl yapıldı? Adanın en parlak dönemindeki nüfusu, saz kulübelerinin kalıntılarına bakılarak, on bin civarında olarak tahmin edilmektedir. 19. yy’de koyunların da girmesiyle ada yiyecek sıkıntısı çekilmeyen müreffeh bir dönem yaşamıştır. Roggeveen’e göre, bu ada dünyadaki bir cennet gibi idi. La Perause’un araştırma grubundaki botanikçiler değişik ve zengin bitki türleri belirlediler. Oldukça nadir sayıda ağaç vardı, fakat yine de hiç ağaç olmadığı söylenemezdi. Adanın 18 metre yüksekliğindeki yerlerinde okaliptüs ağacı yetiştirmek mümkündü ve Metraux da, Pasifiğin bu köşesinde okyanusun getirdiği birçok tahta enkazın olduğunu belirtmişti.