DUVARA RESMEDİLMİŞ GRİ ÇİZİMİ 

Aşağıda görülen fotoğraf, arkeologlar tarafından MÖ 1300 ile 1700 yılları arasında Mısır’da hüküm sürmüş, eski bir Kral olan Ptahhotpe’nin Kuzey Sahra’da bulunan Mastabas’daki mezar duvarı üzerinde çizili olarak bulundu. Bulunduğu ilk zamanlarda bu fotoğrafa pek dikkat edilmemişti. Daha sonra yapılan ufak bir fotoğraf analizi sırasında çok garip bir şeye rastlandı. Fotoğrafın hemen sağ en alt köşesinde ilginç bir varlık çizimi bulunmaktaydı. Arkeologların ve bilim adamlarının ortaklaşa yaptıkları Optikal incelemeler sonrasında ve olay yeri incelemelerinde çizilmiş olan canlının silueti daha bir belirgin olarak ortaya çıkarılmış oldu.

Fotoğraf analizlerinin tamamlanmasından hemen sonra karşılarında iki ayaklı insanımsı, garip bir canlı varlık çizimi durmaktaydı. Bu çizim ilk başlarda iki bacaklı ve iki kollu dev bir böcek olarak yorumlandı. Fakat daha sonraları bunun sanıldığı gibi bir böcek tasviri olmadığı anlaşıldı. Olayı öğrenen UFO Araştırmacıları hemen fotoğrafı incelemeye aldılar.

Ortaya çıkan sonuç dehşet verici bir gerçeği tüm çıplaklığıyla gözler önüne seriyordu. Elde ettikleri çizim bizim griler adını verdiğimiz dünya dışı varlıklarla tıpa tıp aynıydı. Zaten yıllardır kamuoyunu meşgul eden ve tam anlamıyla bir bilinmezlik haline gelen eski mısır medeniyetinin UFO’lar ve onları yöneten dünya dışı zekâyla olan bağlantısı bu görüntülerle bir kez daha perçinlenmiş oluyordu.

Şekil: 1–2 Mısır eski Kralı Ptahhotpe’ nin mezar duvarında bulunan (Gri varlık benzeri) dünya dışı varlık çizimini görmekteyiz.

Şekil: 3 Günümüzde Griler olarak tanımlanan Dünya dışı varlık çizimi (Grilere ait bir 21.yy çizimi)

İşin en hayret verici tarafı ise 21.yy insanının halen tartıştığı “dünya dışında yaşam var mı?” sorusu. Varsalar neye benziyorlar, tartışmalarına 1300’lü yıllarda yaşamış olan insanların son noktayı o ilkel sandığımız kafalarıyla koymasıdır. Yani bu gün tüm örtbas çabalarına rağmen ortaya çıkmış olan dünya dışı zeki yaşam olgusunu biz 21.yy insanına bir kez daha tüm çıplaklığıyla kanıtlamış sayılmazlar mı sizce?

Ama her şeyden daha da önemlisi insanların yüzlerce yıldır kaçırılmasıyla birebir ilgisi olduğu ifade edilen ve bu varlıkları tasvir eden insanların çok eskilerden beri yalancılıkla ve delilikle suçlandığı ve yaşadıkları olaylardan dolayı sorumlu gördükleri “Grilerin” bu resimde açıkça vurgulanmış olmasıdır. Bulunan bu harika çizim adeta bizlere, alın işte size kanıtı dercesine karşımıza çıkmıştır. Şimdi UFO gerçeğini inkâr etmek isteyenlere soruyorum: Söyleyin, hangimiz deliyiz yâda hangimiz yalancıyız? “Siz mi biz mi?”

Gözlerimizin önünde adeta biz buradayız diye haykıran bunca kanıt varken hala inkâr edenlere söyleyecek fazla bir şey bulamıyorum. Bence onlara vereceğimiz en büyük cevaplar zaten geçmişimizde hiç bozulmamış bir vaziyette, dimdik ayakta durmakta olan tarihi eserlerimizdir.

ANTİK MISIR’DA AMPUL

Antik Mısır medeniyeti, binlerce yıldır gizemini koruyan dünyamızın 7 harikasından biri. Açıklanamayan sırları, bilimsel buluşları ve inançlarıyla tam bir muammalar merkezi. Elde edilen bunca esere ve bilgiye rağmen, eski Mısır’ın gizemi bir türlü çözülemiyor. M.Ö. 3000 ve daha öncesine kadar giden bu uygarlığın, 20. yüzyılın düzeyini bile aşıyor olması oldukça düşündürücüdür.

Gizemi çözülemeyen uygarlıklar arasında eski Mısır’ın çok özel bir yeri var. Koskocaman piramitler, mezarlar, hazineler, anıtlar, mumyalar, yazıtlar ve yığınlarca bilgi, asırlardan beri didik didik ediliyor. Fakat yine de gizemi çözülemiyor. Sanki burada her şey bir sır. Yoksa insan aklı, Mısır’ın gizemini çözecek düzeye henüz gelmedi mi?. Yada bu büyük uygarlığın kurucuları dünya dışından gelen zeki varlıklar mıydı?

Antik Mısır, insanoğlunun binlerce yıl önce kurduğu sanat ve bilim yönünden en etkileyici medeniyetlerden bir tanesidir. Eski Mısırlılar, ilkel bir toplumun devamı olamayacak kadar engin bir tecrübeye ve bilgi birikimine sahiptiler. Bu bilgilerden bir tanesi de elektriği kullanarak aydınlatma yaptıklarıdır.

Mısır’da özellikle Dendera Tapınak Kompleksi’ndeki Hathor Tapınağı’nda bulunmalarıyla dikkat çeken bazı duvar resimleri, Antik Mısır’la ilgili oldukça ilginç bir bilgiyi gün yüzüne çıkarmıştır. Aşağıda incelenen duvar resimlerinin büyük kısmı Mısır’daki Dendera Tapınak kompleksinde yer almaktadır. Bu resimlerde Mısırlıların günümüzde kullandığımız ampul ve ark lambası tekniğini kullanarak aydınlatma yaptıkları görülmektedir.

Hathor tapınağının duvarlarındaki bu resimler dikkatlice incelendiğinde, tıpkı günümüzdeki gibi yüksek voltaj yalıtımının o günlerde de kullanıldığını görmekteyiz. Ampul görünümündeki şekil dikdörtgen bir sütun (bu sütun izolatör olarak kullanıldığı tahmin edilen ve ced sütunu olarak adlandırılan bir sütundur) tarafından desteklenmektedir. Resimdeki şeklin günümüz ampulleriyle olan bu şaşırtıcı benzerliği, çok dikkat çekicidir.

Mısır resimlerinde görülen bu sistemin ışık yayıp yaymadığı test etmek için Avusturyalı elektrik mühendisi Walter Garn, kabartmada yer alan resmi çok detaylı olarak incelemiş ve resimdeki ampulü oluşturan yılanlı teli, duyu, ced sütunu olarak kullanılan izolatörün aynısını yapmıştır. Ortaya çıkan sistem ışık yayarak etrafı aydınlatmıştır.

1996 yılı Eylül ayında Amerikan ABC Televizyonu’nda yayınlanan bir belgeselde de Mısırlıların bu ışık sistemi bilim adamları tarafından kameralar önünde test edilmiştir. Bir kez daha başarı elde edilmiş ve ışık oluşmuştur. Bu aslında bir ampuldür ve antik Mısır resimlerinde belirtildiği gibi uygulanan yöntemle sistem çalışmış, ışık elde edilmiştir.

Antik Mısır’da bugün kullanılan klasik ampulle aydınlatma yapılmıştır. Mısır resimlerine baktığımızda insanların ellerinde filaman telleri, duyu, akım telleri olan ampul benzeri araçlar görülmektedir. Aşağıdaki resimde, soldaki kişi elinde tuttuğu lambaların ışığıyla etrafı aydınlatarak duvarda yazılı resimleri okuyor.

Bu resimde Mısırlıların ellerinde tuttukları lambalarda ampullerin içinde elektrik akımının geçişini sağlayan filamanlar çok net olarak görülmektedir. Filamanlar bugünkü ampullerde olduğu gibi antik Mısır’da da sarmal biçimindeydi. Günümüzde uygulandığı şekilde elektrik akımıyla birlikte ısınan bu sarmal filamanın ışık yaymasıyla aydınlanma sağlanmaktaydı.

Mısır’da elektriğin kullanılmış olabileceğini gösteren bir başka delil de Piramitlerin iç duvarlarında hiç is izinin bulunmamasıdır. Eğer evrimci arkeologların iddia ettiği gibi, aydınlatma için meşale ve benzeri malzemeler kullanılmış olsaydı duvarlarda mutlaka is olması gerekirdi. Ancak piramitlerin en içteki dehlizlerinde dahi böyle bir is izi yoktur. Gerekli aydınlatma sağlanmadan, inşaatın devam etmesi, daha da önemlisi duvarlardaki gösterişli resimlerin yapılabilmesi mümkün değildir. Bu da Mısır’da elektriğin kullanılmış olma ihtimalini daha da kuvvetlendirmektedir.

Ellerinde “Ark Lambası” bulunan Mısırlılar

Ark lambalarında iki iletken çubuk arasında oluşan ışık arkı sonucunda aydınlatma sağlanır. Zıt kutuplu iki çubuk önce birbirine değdirilip daha sonra birkaç milimetre birbirlerinden uzaklaştırıldığında oluşan akım ışık oluşmasına sebep olur. Ark lambaları klasik ampullerden 200 kez daha güçlüdür ve çok güçlü, parlak bir ışık yayarlar. Bu ampuller güçlü olmaları nedeniyle atölyelerde, ışıkla tedavide, ışıldak ve projeksiyon lambalarında ve sinemacılıkta kullanılır.

Antik Mısırlıların ellerinde tuttukları ışıklar da altlarında kendi bataryaları (akü) olan küçük el lambaları şeklinde görülmektedir.

İnsanlık tarihi, antik dönemlerde yaşayan insanların – evrimcilerin iddialarının aksine- tahmin edilenden çok daha üstün bir teknoloji ve medeniyete sahip olduklarını gösteren yüzlerce delil ve bulguyla doludur. Antik Mısırlıların elektrik ilmine sahip olmaları da bu delillerden biridir.

ANTİK PLANÖR MODELİ – (SAGGARA KUŞU)

Kabaca bir tarifle yeri Kahire’nin 20 mil güneyinde, dünyanın en ünlü piramidi olan Kral Joser piramidinin bulunduğu yerdedir. Tam 4000 yıl öncesi tarihli Mısır’ın 97 piramidi arasında en eski olanı. Saggara, ayrıca mısırın ölüler şehri olarak adlandırılan en eski gömülü şehrin bulunduğu yer olarak da ünlüdür.

1891 yılında Fransız arkeologlar, içinde M.Ö 300’lü yıllara dayanan “ pa – di – imen ” kalıntıları olan bir mezar keşfettiler. Keşfedilen bulgular arasında papirüslerin hemen yanında tahtadan yapılmış bir kuş modeli buldular. Üzerinde işlenmiş halde “ UÇMAK İSTİYORUM” yazısı göze çarpmaktaydı.

Bulunan bu ahşap eser daha sonra kahire müzesinde sergilenen daha başka kuş figürlerinin yanına yollandı. İlk bakışta modelin diğer kuş heykelciklerinden olan farklılığı uzun süre fark edilemedi, ta ki 1969 yılında Mısır bilimci dr, Kahlil Messiha kuş koleksiyonunu incelerken, bu sıradan gözüken ama hiç de sıradan olmayan ahşap modeli fark etti.

Saggara kuşunda diğerlerinden özel olarak ilk bakışta fark edilemeyen çok tuhaf farklılıklar vardı. İlk bakışta sıradan ahşaptan yapılma bir kuşa benziyordu. Çünkü gözleri ve tipik bir kuş gagası biçiminde yapılmıştı.

Ama başka bir bakış açısıyla da kanatlar açıkça sıradan bir kuş kanadı değildi. Kenarın ortasına baktığınızda rahatlıkla görülmekteydi ki buradaki kısım kanadın diğer kısımlarına oranla daha kalınlaşıyordu. Bu bölgenin kalınlaşmasında uçuştaki kalkış esansındaki yüksek rüzgar kuvvetine en büyük direnci sağlamak amaçlanmıştı. Orta kısımdan kanadın diğer uçlarına doğru ilerledikçe bariz bir incelme göze çarpmaktaydı. Tıpkı günümüz uçaklarındaki kanat özellikleri gibi.

Bu tip kanat yapılarına günümüz uçak ve planör modellerinde, uh, alt modeli modern aerodinamik dizayn denmektedir. Saggara kuşunun diğer bir dikkat çeken yanı da kuşların dümenleri olmadığıdır. Kuşların kendilerine has aerodinamik mimarileri olduğundan uçuş esnasında yönlendirici bir dümene ihtiyaç duymamalarıdır. Buradan yola çıkarak bile bu modelin sıradan bir kuşu değil de uçan bir cismi simgelediğini görmekteyiz.

Gerçekten antik Mısırlılar uçmanın bilgisine sahip miydiler?

2006 yılında havacılık ve aerodinamik uzmanı Simon Senderson, Saggara kuşunun 5 kat daha büyük ve geniş ölçülü modelini uçma olasılığını test etmek için inşa etti.

Simon Senderson yaptığı büyük modelli test ederken şunları söylüyordu: “ sürekli bir sürat uyguluyoruz yavaşça açıyı değiştirip ürettiği gücü ölçüyoruz. Bu şekilde kuşun uçma karakteri hakkında bilgi edinmiş oluyoruz. 10 derecelik açıda 4 kat ağırlık ve kaldıracak güç üretiyoruz. Buda demektir ki bu ahşap model gerçekten uçabilir. Testler gösteriyor ki Saggara kuşu büyük ihtimalle geliştirilmiş bir tür planördür.”

Yapılan model üzerindeki testlerde de görüldüğü üzere bu model günümüzde kullanılan teknolojiyle tamamen aynı bilgi ve teknikle yapılmışlardır. Ve Senderson’un testlerine göre Saggara kuşunu uçmaktan alıkoyan tek şey ise dengeyi sağlamak için gerekli kaldıraç olan arka sabitleyici dümenin noksanlığıdır.

Acaba Saggara kuşu bu gerekli parçaya sahip miydi?

Eksik olan parça için model kuşun arka kısmına bakarsak kuyruk kısmı üzerinde bir özenle hazırlanmış bir çentikler dizisi olduğunu rahatlıkla görebiliriz. Sanki kaldıraç gibi bir parçanın burada olduğuna ve tarih sürecinde kaybolduğuna dair bir fikir edinebiliriz.

Bilgisayar üzerinde yapılan 3 boyutlu Saggara kuşu modellemeleri üzerinde yapılan çalışmalarda bu planör modelinin uçabildiğini kanıtlamaktadır.

Yalnız bu bir planör modeli ise ki testler bunu göstermektedir işte bu noktada düşünülmesi gereken başka bir sorun var ortaya çıkmaktadır: Planörü havalandırmak. Modern metotlar Towplane adı verilen planörü gerekli yüksekliğe çekip istenilen yerde bırakacak çekici bir uçak gerektirmektedir. O zaman eski mısırlılar nasıl Saggara kuşunu uçurmuş olabilirler?

Mısır bilimciler böyle bir kuşun bir fırlatıcı tarafından uçurulabileceğini ifade etmekteler. Ve bu düşünce mısırlı bilim adamlarınca oldukça kabul görmektedir. Tıpkı bir mancınık gibi bir fırlatıcı kullanma fikri günümüzde de var olan ve uygulanan bir tekniktir. Günümüzdeki bir çok planör sever, planörlerini uçurmak için plastik bir iple halen aynı yöntemi uygulamaktadırlar.

ANTİK MISIR’DA TAŞ İŞÇİLİĞİ VE TEKNOLOJİK MAKİNELER

Günümüzün en geniş inşa alanları ve taş ocakları, kazıp, kesip taşları yerlerinden kaldırmak için devasa makineler kullanırlar. Bu insan yapımı araçlar yaratıcısını küçültüp binlerce insanın yapabileceği işleri hidrolik teknoloji ile yapabiliyorlar. Eğer böyle aletler hayatımızda olmasaydı bugün inşaatçılar asla gökdelenleri inşa edemezlerdi.

Yinede binlerce yıl önce eski insanlar anıtlarını veya tapınaklarını devasa taşlar kullanarak inşa edebilmeyi başardılar. Bu devasa eserlerde kullanılan taş blokların bir çoğu 100 tonu geçiyordu. İçinde bulunduğumuz yüzyıl içerisinde bile böylesi devasa taş anıtlar inşa edebilmek günümüz teknolojisi ile bile oldukça zordur. Ne var ki binlerce yıl önce insanlar henüz nasıl yaptıklarını açıklayamadığımız tekniklerle sert kayalardan taş blokları kesip kilometrelerce öteye taşıyıp olması gereken noktaya kadar kaldırabildiler.

Bugün bile bir benzeri günümüz teknolojisi ile yapılması tam anlamıyla mümkün olmayan tonlarca ağırlığındaki bu taş blokları 0 hata ile pürüzsüz kesip biçimlendirip bir araya getirebildiler. Basit aletlerle bu nasıl mümkün olabilirdi. Acaba bizlerden çok daha ilkel ve geri olan bu medeniyetler sandığımızdan çok daha mı akıllıydılar, yoksa bu insanlara gökyüzünden, üstün zekaya sahip dünya dışı varlıklarca sayısız yardımlar mı gelmişti?

Binlerce yıl öncesine dayanan sayısız medeniyette bu tür üstün teknoloji izlerini görmemiz mümkün. Çünkü onlar günümüzde bile mevcut olmayan büyük bir zekadan ve teknolojiden çok özel yardımlar almışlardı.

Dünyanın en büyük ve gizemli medeniyetlerinden birisi olan antik mısırın binlerce yıllık tüm eserlerinde bu üstün teknolojinin ve zekanın izlerini görmek mümkün. Yapılan her eserde çağının binlerce yıl ötesinde bir matematiksel hesaplarla ve üstün teknolojik makinelerle yapılmış muhteşem taş işçiliklerini görebilmekteyiz. Mısırda bulunan Luxor müzesi bu tür eserlerin en güzel görülebileceği yerlerden birisidir.

Dünya dışı varlıklar teknolojisinin en büyük kanıtlarından biriside ilk bakışta bile görebildiğimiz sert kayaların kesilme ve şekillendirilme tekniğidir. Bugün günümüz teknolojisi ile benzerlerini tam olarak yapamadığımız eserler vardır. İç içe geçen oymalar, simetrik derin kesikler, jilet gibi kenarlar, pürüzsüz yüzeyler, üst üste binen ve arasından en ufak bir ışığı bile sızdırmayan taş bloklar, bunlardan sadece bazılarıdır.

Yapılan arkeolojik kazılarda ele geçen araç gereçler incelendiğinde böylesi mükemmel ve devasa güze sahip makinelerin en ufak bir izine dahi rastlamıyoruz. Çekiçler ve keskiler dışında elimizde hiçbir nesnel kanıtın olmaması oldukça düşündürücü değil mi. Nasıl oluyor da böylesi eserler meydana getiren araçlar hiçbir iz bırakmadan ortadan kayboluyor. Bu sorunun cevabını eğer dünya dışından gelen bilge varlıkların teknolojilerinde ararsak sanırım hiç de yanılmış olmayız.

Eski bir çok kayıtta anlatıldığı gibi göksel ziyaretçiler indikleri bölgelere teknik ve kültürel açıdan çok şeyler kattıkları ve bu kurdukları medeniyetleri yaşadıkları zamanın çok ötesine taşıdıktan sonra arkalarında sayısız eserler bırakarak geldikleri gibi bir anda terk ettikleri açıkça bizlere belirtilmektedir.

Bu bilgiler ışığında bir çok araştırmacı ve arkeolog kendini bu gizemi çözmeye ve dünya dışı varlıkların eski medeniyetlere müdahalelerine dair izler bulmaya adamıştır. Sir Flinders Petrie’de bu önemli araştırmacılardan biridir. Ve çalışmalarını daha çok bu olağan üstü taş işçilikleri ve teknolojileri üzerine sürdürmüştür.

19. yy sonlarında İngiliz arkeolog Sir Flinders Petrie tüm mısırı büyük devasa aletler için değil küçük aletler için köşe bucak araştırdı. Petrie mısırlıların, özellikle erken dönemdeki mısırlıların tekniksel olarak ulaştıkları noktalardan oldukça büyülenmişti. Sürekli olarak bu taş yapıları nasıl inşa ettikleri, granit kaya bloklarını nasıl kestiklerini ve şekillendirdiklerini düşünüyor ve derin araştırmalar yapıyordu.

Klasik arkeologlar normalde eski mısırlıların basit aletleri olduğunu düşünseler de Sir Petrie bizlere bu düşüncenin ne kadar yanlış olduğunu göstermiştir. UCL Petrie Müzesinde bulunan antik mısıra ait bir matkap deliği örneği üzerinde, çok güzel simetrik aralıklarla yapılmış hatlar görülebilmektedir. Düzgün bir biçimde oyulmuş bir kanal ve o kanalın içinde oluşmuş iç ve dış yivler bu taş oymasının sıradan bir aletle yapılmadığının en güzel kanıtıdır.

Bu eser çok sert olan bir diarite taşının parçasından yapılmıştır. Dikkatlice bakıldığında taşın üzerindeki torna izini görmek oldukça şaşırtıcıdır. Mısır medeniyeti böylesi bir izi yapmak için ne tür bir torna makinesine sahipti acaba?

Petrie’nin keşfettikleri arasında bir tanesi hepsinden daha özeldi. Büyük piramidi araştırırken Petrie matkap kesimi borusal bir granite takıldı. Borusal granit matkapları mısırlılar arasında oldukça yaygındı. Fakat Pietre’nin Giza’da bulduğu bu matkap kesimin diğerlerinden en ilginç yanı öylesine hassas oyulmuş olmasının yanı sıra yivlerinin bile belirgin ve mili metrik aralıklarla dizilmiş olmasıydı. Bu açıkça kusursuz bir makine kesimini işaret etmekteydi. Böylesine kusursuz bir kesim içinde mısırlıların elmas uçlu hidrolik bir matkap kullanıyor olmaları gerekmekteydi. Ama işin asıl ilginç yanı ise eski mısırda elmas ve benzeri sert kristalimsi madenlerin hiçbir zaman bulunmadığıydı.

MISIRDA BULUNAN TAKILARIN KAYNAĞI UZAYDAN GELDİ

Mısır’da 5 bin yıllık olduğu tahmin edilen mezarda bulunan boncukların kaynağının uzay olduğu ortaya çıktı. Bilim insanlarını şaşırtan boncukların Mısır’ın demir çağına girişinden 2 bin yıl önce imal edildiği tahmin ediliyor.

Kahire’nin 3 bin 100 mil güneyindeki El Gerzeh’teki bir mezarda 1911 yılında bulunan 9 tüp şeklindeki metal boncuklar araştırmalara göre milattan önce 3 bin 500 yılına ait.
Araştırmayı yapan Londra Arkeoloji Enstitüsünden Thilo Rehnen’in mezara ilişkin tahmini böyle.

Mezar ilk bulunduğunda metal boncuklar uzmanların dikkatini hemen çekti. Genç bir çocuğa ait olan mezarda boncuklarla birlikte bir altın kolye altın ve değerli taşlar da vardı.
İlk test sonuçları metal boncukların nikel gibi maddeler içerdiğini ve bir göktaşından üretilmiş olabileceğini ortaya koydu. Daha sonra yapılan laboratuar araştırmaları ve gama ışını ile yapılan testler, metal boncukların kobalt, fosfor ve germanyum gibi maddeler içerdiğini de gösterdi. Bu maddeler, boncuklardaki oranlarda sadece göktaşlarında bulunuyor. Boncukların demir meteorla dünyaya gelmiş olabileceği tahmin ediliyor.

Araştırmacılar, metal boncuklarda bulunun maddelerin yanısıra, meteorla gelen demirin işlenmesinin o dönem için çok zor olduğunu düşünüyor. Bakır ve altınla yumuşak oldukları için çalışmak, mezarın ait olduğu çağda daha kolaydı fakat demiri boncuk haline getirmek için daha yüksek metal işleme bilgisine sahip olunması gerektiği belirtiliyor.
Araştırmaları yürüten Rehren, Mısır’da demir çağının çok daha önce başlamış olabileceğini aktarırken, demir göktaşlarından elde edilen demirin işlenmesinin daha da eskiye gidebileceğini söyledi.

MISIR’DA UZAYLI MUMYALARI

Eylül 2012 de, mükemmel korunmuş ve dikkatle mumyalanmış bir Alien’in bedeni Mısır’da eski bir piramitteki gizli bir bölmede bulundu. Yaklaşık 1.50 -1.60cm boyundaki mumya, bir arkeolog tarafından, Senusret II hanedanlığına (Mısır’daki 12 hanedanlıktan 4.sü) ait küçük bir piramidin keşfi sırasında bulundu. Mısır kaynaklarına göre, uzaylı mumya, Pennsylvania Üniversitesi’nden emekli Çekoslovak vatandaşı olan profesör Dr. Viktor Lubek tarafından keşfedildi.

Mısır Eski Eserler Dairesi,yaptığı açıklamada, bir uzaylıyı andıran mumyanın yaşının 2.000 yıldan fazla olduğunu, belki de bir insansıya (humanoid) ait olabileceği söylendi. Bazı kaynaklar ise, bu mumyanın, çok büyük oval ve çukur göz yapısı ve kürkle kaplı olması dolayısıyla reptilian’ların (sürüngenlerin) karakteristik özelliklerini taşıdığını söylediler.

Uzaylıya benzeyen bu mumya, dünyada çok büyük bir tartışma başlattı.

Mumyanın mezarı üzerindeki yazıtlarda, kralın danışmanı, cennetten veya yıldızdan gelen anlamında Osirunet ismi yazılmış. Mısır Arkeoloji Müzesi yöneticileri, büyük bir saygı ve özenle gömüldüğü belli olan mumyanın yanında, bir dizi garip nesnenin de bulunduğunu açıkladılar. Bölmede ayrıca gizemli yaratığın vücudunu tıpkı bir deri gibi kaplayan, keten kumaş görünümlü, altın ve kil karışımı kalıntılar bulundu.

Mezarda bulunan nesneler, hiç kimsenin tanımlayamadığı türden yapay, sentetik nesneler. Daha önce Mısır mezarlarında buna benzer unsurlar bulunmamış. Bu nedenle bu keşifin, bugün ki arkeoloji için çok büyük bir önem taşıdığı söyleniyor.

Bu keşif büyük bir şaşkınlık yaratmış ve bu garip mumyanın mantıklı bir açıklaması yapılana kadar konunun gizli tutulması istenmiş. Mısır Hükümetinin arkeoloji alanında saygın kişilere danıştığı, ancak bugüne kadar, sıradan terimlerle hiçbir açıklamanın yapılamadığı söyleniyor.

ŞİST DİSKİ

Sakkara’da 1936 yılında Mısır bilimci Brian Walter Emery Nil Deltası girişinde, Memphis’in batısında bulunan Firavun, Adjuib’in oğlu Prens Sabu’nun mezar kazıları sırasında, sıra dışı disk biçimli bir nesne ile karşılaştı. Dairesel yapısı, burgulu iç parçaları ve kırılgan yapısı ile oldukça sıra dışı olan bu disk biçimli nesne görenleri hayrete düşürmüştür. Şist Diski adı verilen ve ne olduğu nasıl yapıldığı anlaşılamayan bu nesne oracıkta keşfedilmeyi bekler vaziyette durmaktaydı adeta.

Şist Disk’i adı verilen bu ilginç disk ismini Yunanca’daki “Bölmeli” kelimesinden almıştır. Prens Sabunun mezar odası ulaşılması oldukça güç bir biçimde tasarlanmıştı. Mezar odasına inen bir merdiven yoktu ve her yer tavan dahil tamamen kum ve taş damarlardan oluşuyordu. Odaya inildiğinde etrafta çakmaktaşı, bıçak, oklar, birkaç bakır araç ve kase parçaları ile doluydu.

Birinci Hanedan dönemine ait olan bu gizemli diskin yaşının yaklaşık (M.Ö – 3000) li tarihlere dayandığı anlaşılmıştır. Üzerinde yapılan incelemelerde “orta dereceli metamorfik kayaların oyulması ile elde edildiği görülmüştür. Fizyolojik yapısında “mika, klorit, talk, hornblend ve grafit gibi lameller gibi minerallere rastlanmıştır.

Kazı alanında çok sayıda mezar nesneleri ortaya çıkarmasına rağmen Emery’nin asıl dikkatini çeken bu sıra dışı biçimli nesne olmuştur.

Mezar kazısı sırasında bulunan bu disk biçimli nesnenin boyutu yaklaşık 61 cm genişliğinde, ortasında bulunan dairesel çıkıntının yüksekliği 10.6 cm dir. Çok hassas bir biçimde çok kırılgan bir kayadan oyulmuştur.

Biçim olarak üç parçalı ve sarmal “kürek” benzeri eğrilerden meydana gelmektedir. Bu üç sarmalın etrafı dairesel bir çemberle çevrelenmiştir. Görünüşü ilk bakışta bir araba jantını yada bir araba direksiyonunu çağrıştırmaktadır. Merkezindeki çıkıntıda dairesel bir delik açılmış, sanki ortasına bir mil parçasının monte edilmesi için özellikle oyulmuş gibi durmaktadır.

Bu detay bize, orta kesimindeki bu oyuğun daha karmaşık bir mekanizmanın sadece ufak bir parçası olduğu izlenimini vermektedir.

Bazı bilim çevreleri bu sıra dışı nesnenin bir tür tekerlek olduğunu iddia etseler de bu tezi çürüten en önemli bilgi yine tarihin ta kendisinden gelmektedir. Çünkü Antik Mısır’da tekerlek ilk defa M.Ö :1.640 yılında Orta İmparatorluğu’nun sonlarına doğru Prens Sabu’nun Hicsos’un işgali sırasında atlı savaş arabalarının kullanımı sırasında ortaya çıkmış ve kullanılmıştır. Fakat bu nesne 1400 yıl kadar öncesine aittir. Bu tarihleme doğru ise böyle bir tekerlek kullanımı söz konusu bile olamaz.

Bir kısım bilim çevresi ise bu ince işçilik ve büyük bir teknoloji gerektiren bu nesnenin tütsülük yada bir tür aydınlatma için kullanılan bir çeşit şamdan olduğunu düşünmektedirler.

Günümüz bir çok bilim adamı ise bu nesneyi yakından incelemiş ve bu nesnenin NASA’nın kullandığı uzay roketlerinde bulunan bir tür ateşleyici sistemin bir parçasına çok benzediğini tespit etmişlerdir. Fakat buna rağmen bile bu 3 bölmeli disk’in tam olarak ne olduğu şuan bile anlaşılabilmiş değildir.

ANTİK UZAYLI BÜSTÜ VE GİZEMLİ MEKANİZMA

Sir William Petrinin ölümünden sonra Londra da bulunan eski evinde dikkat çekici antik mısır dönemine ait insan yapımı eserler keşfedilmiştir.

İddiaya göre, Rockefeller Müzesinde, incelemeye alınan paha biçilmez antik eserlerin bulunuş hikayesi kısaca şöyledir.

Sir William alanında uzman diğer bir arkeolog gibi 1880 yılında kazılar ve incelemeler yapmak üzere Mısıra gider ve piramitler üzerinde incelemelerde bulunur. Özellikle Antik mısır yazıtları ve duvar resimleri üzerinde uzaman bir kişidir Sir William. Mısırda bulunduğu bu süre zarfında sayısız keşfe imza atar. Kazılar sırasında çokça eşsiz eserinde içerisinde bulunduğu çok değerli büyük bir koleksiyona sahip olur.

Mısırdaki incelemelerini bitirdikten kısa bir süre sonrada bu kez 40 yılı aşkın bir süre Filistin “Gazze” – İsrail “ Jeruselam” gibi ülkelerde de tarih araştırmalarını sürdürür.

Filistin ve İsrail deki çalışmalarını bitirdikten bir süre sonra rahatsızlanarak yatağa düşen Sir William Petri Londrada bulunan evinde bu hayata veda eder. Ölümünün hemen ardından evinde yapılan incelemelerde büyük kütüphanesinin arka kısmında bir takım gizli odalar olduğu anlaşılır. Bu gizli odalar insanı hayrete düşürecek ve bilim dünyasını şok edecek kalıntılar ve eserlerle doludur.

Bu hayret verici şeyler arasında özellikle birkaç parça tam anlamıyla görenleri şaşkına çevirmiştir.

Bulunan bu parçalar içerisinde onları eşsiz kılan şey ise bu eserlerin dünya dışı zeki yaşama dair kanıtlar içermesidir. Bunlar kısaca:

Parçalanmış vaziyette bulunan mumyalanmış 2 adet dünya dışı varlıklara ait küçük bedenleridir. Büyük gözleri ve cılız kolları ile dünya dışı yaşam formlarına ait bu ölü bedenler oldukça dikkat çekici kanıtlardır.

Bu ölü bedenlerin dışında asıl dikkatleri üzerine çeken nesne ise küçük bir tabak boyutundaki teknolojik dairesel objedir. Obje altınla kaplanmış, üzerinde bilinmeyen bir dilde semboller ve işaretler bulunduran üzeri şeffaf bir maddeyle kaplanmış çok özel bir mekanizmayı çevrelemektedir. Mekanizmanın içerisinde onu çaprazlamasına kesen altın sarmal küçük borularda göze çarpmaktadır.

Bu mekanizma dışında yine dünya dışı yaşama dair çok özel bir başka parçada bulunmaktadır. Bu parçada tek parça taştan oyularak yapılmış bir tür mısır tanrısını tasvir eden uzaylı büstüdür. Büyük gözleri, insana benzemeyen yüz yapısı ve başın hemen yanında bulunan semboller ve figür oymalarıyla dikkat çeken bu taş Antik mısırla dünya dışı varlıkların bağlantısını gösteren en güzel kanıtlardan birisidir.

Bulunan bu eserlerin şuan nerede oldukları bilinmiyor. Fakat günümüze kadar gelmiş görüntüler fotoğraflar bulunan bu nesnelerin dünya dışı zeki varlıklar ile antik mısır medeniyetinin arasında kurulmuş olan bağın en güzel kanıtları olarak gözler önünde durmaktadır.

ANTİK MISIR MADALYONUNDA GİZLENEN UFO VE UZAYLI BAĞLANTISI

Arkeolog Profesör Winwood tarafından 2003 yılında eski bir mısır mezarı içerisinde keşfedilen, yaklaşık 13,000 yıllık bir madalyon bizlere yeniden antik mısırla dünya dışı zeki varlıkların bağlantısını gözler önüne sermiş oldu.

Üzerinde değişik sembollerin ve mısırın hükümdarı ile kurulmuş dünya dışı bir teması gösteren bu madalyonda Toth, Horus ve yine uzun kafataslarına sahip insanımsı bir varlık göze çarpıyor.  Madalyonun orta kısmında ise açık ve net bir biçimde dünya dışı bir uzay aracı yani günümüz deyişiyle bir UFO görülmekte. UFO’nun yanında yer alan dairesel çıkıntılar ise cam benzeri bir yapıyı işaret ediyorlar.

Merkezi çemberde güneşin üzerlerine parladığı kişilerse Firavunu ve eşini göstermektedir. Alt kısımda ise sağ ve sol kısımlarda ahit sandığını andıran iki melek figürü göze çarpmaktadır.  İsis ve Horus kanatlı meleklerin kanatlarının hemen yanında temsil edilmiştir.

Arkeolog Profesör Winwood’un mezara ait birçok nesneyi kaçırıp gizlediği ve zamanla bazılarını dergilerde yayınlanmaları için ortaya çıkardığı söylenmektedir. Bunun üzerine İngiliz arkeoloğu tutuklayan polis ve yetkililer Profesörün gizlediği diğer parçaları da ele geçirerek kayıp eserleri müze yetkililerine teslim ettiler.

Fakat açıklanmayan bir sebepten dolayı bu gizemli arkeolojik parçalar asla sergilenmemiştir. Ve bu konu hakkında da hiçbir yetkili tarafından açıklama yapılmamıştır. Üzerinde dünya dışı varlıklarla teması gösteren bu eserler bugün bile tüm insanlıktan gizlenmektedir.

Ocak 2011’de Mısır isyanlarının patlak vermesi sonrasında 2012’de internet karaborsasında satışa sunulan bu madalyon ve başka tarihi eserler Kahire Müzesinden çıkarılmıştır.

NUBİA MADENİNDE 3000 YILLIK ROKET OYMASI

Mısır’ın Kush şehrinde bir altın madeni ocağının duvarına kazınmış halde bulunan 3.000 yıllık bir roket çizimini görmekteyiz.  Oyma, Mısır hiyeroglifleri ve sayılarla çevrelenmiştir. Roket biçimli yapının hemen yanında duran insanımsılarda dikkatleri çekmektedirler. Bilindiği üzere antik mısır yazıtlarının ve resimlerinin birçoğu sanatsal içerikli hikayeler anlatan metinlerden oluşmaktadırlar. Fakat burada sayısal değerler ve bazı işaretlerde bilerek kabartmanın üzerine eklenmiştir. Bu da bize bu kabartmanın sıradan basit bir sanat eseri olmadığının en iyi göstergesidir.

Dikkat edileceği üzere Roket oldukça büyük ve günümüz uzay roketlerinin günümüz dizaynları ile bire bir benzerlik göstermektedir.  Rokete giriş kapısı modern roketlerle aynı olduğu gibi araca biniş platformu da aynıdır.

Hatta Roketin kapsülü ve burun konnektörü bile tıpatıp aynen resmedilmiştir. Günümüze ait roketlerin birçok karakteristik özelliği ve yüzgeçleri bu oymada kendini göstermektedir.  Ayrıca jetlerin ve motorların ateşlenmesi için ilk ateşlemede roketi sabitlemek adına gerekli çerçevenin de olduğu görülmektedir.

Bu oymanın yapıldığı duvarın bir özelliği de bu kapının sahte yani gerçek bir kapı olmadığı kapının yapılış amacının sadece öte aleme geçiş yapacak ruh ya da kişi için paralel bir geçit olarak dizayn edilmiş olmasıdır.  Yani aslında bu maden bir nevi kutsal bir mezarlık özelliği de taşımaktadır. Bunlar, ölen kişinin ruhunun, yiyecek ve diğer malları almak için geçebileceği taklit kapılardır.

 

Kuzey Atacan

By Kuzey Atacan

UFO ARAŞTIRMACISI : KUZEY ATACAN Almanya – Hannover doğumlu olan Kuzey ATACAN, İstanbul’da yaşamaktadır. Öğrenim hayatını yaşadığı şehir olan İstanbul’da Marmara Güzel Sanatlar Akademisi (Grafik Tasarım Bölümünü) bitirmiş. Daha sonraları vatani görevini yapmak üzere kendi isteği ile Afganistan’a NATO bünyesinde barış gücü olarak gitmiştir. Askerlik öncesinde ve sonrasında çocukluğundan beri yaşadığı gözlemler ve yakın deneyimler sonrasında Haktan Akdoğan ile tanışıp Sirius UFO ve Uzay Bilimleri Araştırma Merkezi ilk kurucu üyelerinden olup dünya çapında bir çok organizasyonda görev almıştır. Daha sonrasında Sirius UFO’dan ayrılarak bağımsız olarak ORİON UFO VE DÜNYADIŞI VARLIKLARI ARAŞTIRMA GRUBU’nu kurmuştur. Orion UFO Araştırma grubu ile ülkemiz genelinde çok geniş bir takipçi kitlesine sahip olmuş ve yurt genelinde bir çok organizasyona ve toplantıya imza atmıştır. 5 Şubat – 26 Aralık arasında 2009 tarihleri arasında canlı olarak yayın yapan 89.4 Yaşam Radyoda ve 104.3 Radio Coll gibi değerli radyolarda UFO gerçeği ile ilgili canlı yayın programı yapmıştır. Türkiye genelinde bir çok önemli dergide, gazetede makaleleri ve röportajları yayınlamış ve okuyucuları tarafından büyük ilgi görmüştür. Aynı zamanda bir çok interaktif web sayfasında, haber portalında da halen yazıları röportajları yayınlanmaktadır. 2010 yılı başlarında ise Kanal T bünyesinde yaklaşık 10’un üzerinde UFO’lar ile ilgili canlı yayın programı yapmış daha sonraları bu programların dikkat çekmesi üzerine 2011 – 2012 yılları arasında Ulusal kanallardan olan Star, Kanaltürk, Atv A haber, Kanal34. Tv Em, Business Channell Türk gibi önemli TV kanallarına konuk olmuş UFO Araştırmacısı olarak adından söz ettirmiştir. 20 yılı aşkın bir süredir UFO araştırmacılığı yanında sık sık UFO gözlemi de yapan Kuzey’in kendisine ait yaklaşık 700 kareden fazla orijinal video ve UFO fotoğrafı bulunmakta ve bu görüntüler bugün bile yurtdışında da yayınlanmaktadır. Kuzey özel ekibiyle aktif çalışma ve araştırmalarına halen devam etmektedir. Kuzey Atacan uzun süren araştırmaları ve gösterdiği büyük başarı sayesinde dünyanın en büyük UFO araştırma merkezi olan MUFON ( Mutual UFO Network)’ un Türkiye bağlantılarından birini oluşturmaktadır.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir