İbrani mitlerinde ve Tevrat’ta onlara “Nefilim” diyorlar. Eski Mısır’da adları, “Neter”. Sümer mitlerinde “Anunnaki” diye geçiyorlar. Diğer yandan “Sümer” sözcüğü, “Gözcülerin ülkesi” anlamına sahip. Hangi adla anılırlarsa anılsınlar, bütün eski kültürlerde ve bu kültlere ilişkin mitlerde başrol onların. Eski diller uzmanları, Antik Çağ kültürlerine şaşılacak biçimde net biçimde damgasını vurmuş bu esrarengiz varlıkların, neredeyse bütün eski uygarlıklarda “gözcüler” olarak adlandırıldıklarını söylüyorlar. Sözünü ettiğimiz dönem, İsa’dan en az 3000 yıl öncesi. İyi ama “geç neolitik” olarak adlandırılan dönemin bütün uygarlıklarının literatürlerine benzer ifadeler ve anlatılarla girmiş bu “Gözcü”ler kimler? Neyi ya da kimi “gözlüyorlar”? Bütün bunlar yalnızca antik Çağ insanlarının düş güçlerinin bir ürünü mü, yoksa gerçekten bugün anıları silinmiş, izleri bulunamayan, haklarında hiçbir şey bilmediğimiz birileri, bu gezegende yaşamışlar mı?

Mitler ve Gerçekler

Sürekli vurguladığımız gibi, bilginin az olduğu ya da bazen üzerinin örtüldüğü yerlerde, spekülasyonların başını alıp gitmesini engellemek mümkün değildir. Bilimsel yöntemlerden, bilimsel şüphecilikten (scepticism) ve somut bulgulardan başkasına güvenmemekten söz ederken, ayni şüpheciliği su anda bildiğimizi varsaydığımız alanlara uygulamamak, bazen spekülasyonlardan da olumsuz sonuç verir. Bilim eğer “gerçeği aramak” amacını içeriyorsa bizler için, bu ayni zamanda kurumlaşmaya, bilimsel otokrasiye de karşı çıkmamızı da gerektirir. Herhangi bir alanın “spekülasyona açık” olması bizi ürkütmemeli; verileri doğru okumak, burada anahtar sözcük niteliğine sahip.

“Neter”ler ya da “Gözcüler” sorunu da yirminci yüzyılın bitmeyen tartışmalarından biri. Dogmalarla gözünü bağlamayan ve açık fikirli olmaya çaba gösterenler, bugün “mitler” deyip geçtiğimiz anlatıların bu denli geniş bir coğrafyada ve neredeyse birbirinin ayni ayrıntılarla varolmasından yola çıkarak, bu metinlere daha farklı bakmamız gerektiğine işaret ediyorlar. Oysa Ortodoks bilim akademisyenlerinin yaklaşımı, oldukça farklı. Onlar, eski toplumları bütünüyle çözümlediklerine inanıyor ve ekliyorlar: “Din dindir, mitoloji de mitoloji. Bunları gerçek tarihsel olgularla karıştırmayın.” Bunu söylerken de, bilerek ya da bilmeyerek, bugünün egemen dinlerinin yörüngesinde duruyorlar. Eşine az rastlanır bir ikiyüzlülük ve çifte standart uygulaması bu. Bir yandan somut bilimsel bulgular dışında hiçbir şeye prim vermemekten söz ediyorlar, bir yandan da yaşadıkları çevrenin egemen diniyle sürtüşmemeye çaba gösteriyorlar.

Bunun kendilerine göre “etik” bir yolunu da bulmuşlar: “Bilim ayrıdır, din ve inanç ayrı.” Oysa “inanmak ve inanç” sözcüklerinin egemen olduğu bir kültürde bilim ve bilginin her zaman bu çifte standartin gölgesinde kalacağını bilmezden geliyorlar.

“Gözcüler” sorunu, Antik Çağ tarihi ve modern arkeolojiye ilişkin en kilit noktalardan biri. Bir biçimiyle, felsefe ve ilahiyat akademisyenlerini, hatta dilbilimcileri de bu tartışma çemberi içinde düşünebiliriz. Simdi, bu uzun girizgâhtan sonra meseleyi olabildiğince yalın biçimde ortaya koyalım:

Marduk Gezegeni ve Nefilimler

“Marduk” yâda “Nibiru” olarak isimlendirilen ve 12. Gezegen olarak ünlü araştırmacı Zecharia Sitchin tarafından dünyaya duyurulan gezegen NASA tarafından da onaylanmış olup sıralamada 10. Gezegen olarak nitelendirilmiştir.

İbranice’deki “Nafal” sözcüğü de “Nefilim” yorumunu desteklemektedir. “Düşüş, Düşenler” anlamındadır. Kadim Dünyanın dinsel inançlarının ve hatta astronomisinin bel kemiğini oluşturan Marduk’un piktoğrafik işareti bir haçtır.

Sitchin, kitabında antik bilginin dünyaya “Annunnaki” (Göklerden Dünyaya Gelen)’ler tarafından getirildiğini öne sürerken, modern bilimin antik bilgiyle uyum sağlamaya başladığını ve devamı olduğunu belirtmektedir. İlk kitabı olan “12. Gezegen” de Güney sistemindeki kayıp Gezegen olasılığından söz eder ve bu gezegenden dünyaya yarım milyon yıl önce gelen halkın kutsal kitaplarda anlatılan olaylara neden olduğunu belirtmektedir.

Örneğin Tevrat’ın “Genesis” bölümünün 6. bölümünde adları geçen ve Tufan dan önce insan oğullarının kızlarıyla evlenen “Nefilimler”in 12. Gezegenden geldiğini yazar. “Nefilim” sözcüğünün özgün anlamı “Tanrı’nın Oğulları veya Göklerden Gelen Devlerdir.”

Nefilimlerin Dünyaya yaptıkları ziyaret sadece insanların elindeki belgelerle sınırlı değildir. Dünya insanına Marduk’un uzaydaki yerini ve Dünya ya olan rotasını gösteren doğrudan doğruya Nefilimler tarafından hazırlanmış bir plaka da bulunmaktadır. “Nefilimler tarafından hazırlanmış olan bu kil tablet, Ninova’daki Kraliyet Kütüphanesi’nin harabeleri arasından bulunmuştur. “Buna benzer belgelerden de anlaşıldığı üzere Nefilimler Dünyamıza bir keşif gezisi düzenlemiş ve 2. bir ev olarak Gezegenimizi seçmişlerdir. Nefilimler Dünyamıza geldiklerinde Dünya buzul çağının ortalarındaydı. Dünyamızın 1/3 buzlarla kaplı idi. Dünya üzerinde koloni kurmak için en uygun bölgeler olarak Nil, İndus ve Dicle-Fırat bölgelerini uygun görmüş olmalılar.

Bu nehir havzalarının her biri zaman geçtikçe Uygarlığın merkezi durumuna gelmiştir. Tevrat’da “Tanrı’nın Dünyada ki evini (yani ADEN’i) ılıman iklimli, ılık ama esintili bir yer olarak tanımlar. Bazı araştırmacılar Aden’i iki nehir ve daha küçük iki kolun doğduğu Kuzey Mezopotamya’ya yakıştırırlar. Bir başka grup araştırmacılar ise E.A.Speiser’in “The Rivers of Paradise” adlı eserinde dediği gibi, Aden’in Güney Mezopotamya’da olduğunu ileri sürerler. Aden sözcüğü Mezopotamya kökenli olup düzlük anlamına gelen Akadça “edinu” sözcüğünden türemiştir. Birde “Tanrılar’ın Mekânı”nı anlatan ve Sümerce bir isim olan “edin” ise “Dürüst Olanların Evi” anlamında bir sözcüktür. Nefilimler ilk yerleşim yerlerini bataklıkların tam kenarına kurdular ve oraya “Eridu” (Çok Uzakta Olan Ev) ismini verdiler. O zamanlarda buzul çağının ortasında olan Dünyamız da kurdukları bu şehir, “NEFİLİMLER ‘in” ilk yerleşim birimleriydi.

Sümer kayıtlarına göre, yaklaşık 450 bin yıl önce Nefilimlerin, diğer adıyla Mardukluların gezegenlerinde bazı problemler başladı. Onlarda şuanda bizim Dünyada yaşadığımız ozon problemi gibi atmosfer sorunu ile karşılaştılar. Bu sorunu halletmek üzere ozon tabakasına, güneşin zararlı ışınlarını filtre etmek üzere altın tozu parçacıkları yerleştirmeye karar verdiler.

Ayrıca Marduk yörüngesi güneşten çok uzak olduğu için, yeterli miktarda güneş ışınını Marduk yüzeyinde tutabilmek için de atmosferin üst katmanlarına konacak olan altın parçacıkları ışığı ve ısıyı Marduk yüzeyine yansıtacak böylece güneşten azami istifade sağlayacaklardı.

Ancak kendi gezegenlerinde yeterli miktarda altın yoktu. Bu altını bir yerlerden temin etmeleri gerekiyordu. Nefilimler, gelişmiş bir toplum olduğu için yaptıkları araştırma sonucunda istedikleri miktardaki altını Dünya’dan temin edeceklerine karar verdiler. O zamanki teknolojilerine göre, kısa sayılabilecek mesafelerde uzay seyahatleri yapabiliyorlardı. Bu nedenle Marduk gezegeni Dünya’ya yaklaşana kadar beklediler. Belirli mesafeye gelince de, takriben 400 bin yıl önce Dünya’ya altın çıkarmak üzere 50 kişilik bir ekip gönderdiler.

Bu ekibin Dünya’ya ilk iniş noktası Mezopotamya’da Dicle ve Fırat Nehirlerinin birleştiği üçgendi. Bu bölgeye ‘Sippar’ adını verdiler. İlk yerleşimlerini ve şehirlerini burada kurdular. Uzay araçları için iniş, kalkış tesislerini inşa ettiler. Bu bölge o zamanlarda petrol bakımından çok zengindi ve petrol yüzeyden akıyordu. Herhangi bir kuyu açmaya gerek olmaksızın yüzey petrolü direk kullanılabilir haldeydi.

Dünya’ya ilk gelen ekibin başı Enki idi. Dünya kumandası ona verilmişti. Ancak daha sonra, Nefilimlerin üst mercilerin kararı ile Dünya kumandanlığı için Enlil Dünya’ya gönderildi. Enlil, Enki’nin kardeşi idi. Enlil tüm Dünya topraklarından, Enki de denizlerden sorumlu oldu. Bu kararlardan memnun olmayan Enki ile Enlil arasında bir husumet ve çekişme ortamı oluştu. İlk gelen ekip Mezopotamya’da yerleşimi sağlayıp, bu bölgede sahip oldukları teknolojik aletler ile altın çıkarmaya başladılar. Daha sonra 50 kişilik kafilelerle başka Nefilimliler de geldi. Dünya’da oluşan bu Nefilimliler topluluğuna Anunnaki adı verildi. Zamanla Dünya’ya gelen Anunnakilerin sayısı 600 kişiyi buldu.

Uzun çalışmalar sonucu Mezopotamya’da yeterince altın bulamadıkları için ekibin büyük bir bölümü Güney Afrika’ya gitti ve orada zengin altın madenleri buldular. Güney Afrika’dan çıkarılan zengin altın cevherleri özel gemilerle Mezopotamya’ya taşınıyor ve orada işlenerek külçe altın haline getirilerek depo ediliyordu. Depo edilen cevherler de her 3600 yılda bir Dünya yörüngesine yaklaşan Marduk Gezegeni’ne taşınıyordu. Nefilimler Dünya’dan pek çok miktarda altın çıkarttılar. Dünya üzerindeki altın çıkartma faaliyetleri 100 – 150 bin yıl sürdü.

İlk başlarda, uzun süre altın çıkarma işinde sadece Anunnaki halkı dediğimiz Nefilimliler çalışıyordu. Zira o dönemde Dünya’da insan diye bir varlık yoktu. Sadece insanımsı primatlar (Homo Erektus) vardı. Nefilimler bunları maden çıkarma işinde kullanamıyorlardı.

Yaklaşık 40 dönem boyunca maden çıkarma işinde, nehir yatakları açılmasında, sulama kanalları inşaatında ve tüm ağır işlerde hep Anunnakiler çalıştı. Çalışma şartları çok ağır ve bezdirici idi. Çok ıstırap çekiyorlardı. Sonunda bu ağır çalışma koşuluna isyan ettiler. Bütün araçlarını ve aletlerini yaktılar. Altın çıkarma işini durdurdular.

Bunun üzerine Marduk Üst Kurulları toplanarak madenlerde ve ağır işlerde Anunnakilerin yerine çalışacak olan bir işçi grubu yaratılmasına ve bunun adına da “Adam – İnsan” denmesine karar verdiler. Sümer Tabletlerine göre, bu olay 200 – 300 bin yıl önce oldu.

Bu operasyonu da, insanımsı primatları (Homo Erektus) kullanarak yapmayı ön gördüler. Zira genetik bilimi ve kimya bilgileri ileri düzeydeydi. Bunun içinde primatların kanını aldılar ve bu kanı önce kil ile sonrada bir Nefilimlinin spermi ile karıştırarak yeni bir yaşam formu yarattılar. Bunu yapmalarının nedeni, primatların DNA’ları ile kendi DNA’larını kullanarak, Dünya’da o zaman var olan primat (Homo Erektus) türünden daha gelişmiş bir ırk yaratıp, onları köle işçiler olarak kullanmaktı. Yani tam olmamakla beraber bir nevi klonlama yaptılar. Ayrıca bu işçiler kısır olacak ve üremeyip, madenlerde ve diğer işlerde çalışarak ölecek, işleri bittiğinde de bu insanlar yok olacaktı. Bu uygulama sonucunda takriben 200- 300 bin yıl önce Homo Sapien insanı ortaya çıktı.

Daha sonraları bu yeni ve daha gelişmiş insan türüyle altın çıkarma işine daha verimli bir şekilde devam ettiler. Sümer kayıtlarının belirttiği, altın çıkarılan yerlerde arkeologlar bu altın madenlerinin yerlerini buldular. Bulunan bu maden yataklarının yaşını takriben 100 bin yıl olarak tespit ettiler.

Bu altın madenleri yerin altında 100 metreden daha fazla derinlere gidiyordu. Bu derinliklerde Homo Sapien insanının kemiklerini buldular. Bu kemiklerin yaşının da 20.000 yıl civarı olduğu belirlenmiştir.

Bir iddiaya göre, Nefilimliler tarafından ıslah edilen ilk Homo Sapien insanları Güney Afrika açıklarındaki Gondwanland isimli adaya yerleştirildiler. (Sonraları bu adanın battığı söylenir) Çünkü oradan başka bir yerlere kaçmaları istenmiyordu. Bu insanlar Gondwanaland Adası’nda 50 – 70 bin yıl kalarak Nefilimlere yararlı olacak kadar evrimleştikten ve çoğaldıktan sonra Afrika’daki madenlere altın çıkarmaya ve başka hizmetleri yapmaya gönderiliyorlardı.

Daha sonraları, kadınlarda yaratılarak bu nesil de doğurgan hale geldi. Sümer kayıtlarına göre, Nefilimlerin erkeklerinin boyu, 3 – 5 metre idi. Onların gezegenlerinin güneş çevresindeki turu 3600 yıl sürdüğü için, onların bir yılı bizim 3600 yılımızdı. Dolayısıyla onların yaşam süreleri Dünya insanından çok uzundu. Dünya’ya gelen Nefilimler dev insanlar olmanın yanında, 250 – 300 bin yaşına kadar yaşadılar. Çocukluğumuzdan beri duyduğumuz dev masalları belki de binlerce yıldır ağızdan ağıza nakledile gelen bu kaynaklardan gelmektedir.

Nefilimler Dünya’da, takriben 13.000 yıl önce olduğu tahmin edilen Nuh Tufanına kadar kaldılar. Nuh Tufanının başlaması ile birlikte Dünya’yı terk ettiler.

Enoch’un şaşırtıcı hikayesi

Benzeri durum, Tevrat’la ilgili incelemelerde de söz konusu. Mezopotamya bulgularından sonra, çok daha eski metinlerden esinlendiği belli olan Tevrat, bütün o eski metinlerdeki “Tanrılar” sözcüğünü tek bir “Tanrı” olarak düzeltmiş. Bu arada, Tanri’ya verilen sıfat ve onun genel adi, “Efendi” ya da “Sahip” anlamına gelen “Lord” sözcüğünde somutlaniyor. Yahudi toplumunun mesken tuttuğu bölgenin eski mitleri, büyük tanrı Baal’den söz ediyor. “Baal”in sözlük anlamı da “Efendi” ve “Sahip”. Ayni sıfatların, daha sonraki yıllarda bütün Bati toplumlarında yöneticiler için kullanılması ilginç. Ama daha ilginç olan, bütün o eski anlatıları ayıklayarak “Tanrılar” sözcüğünü “Tanrı” olarak tashih eden Tevrat’ın, birkaç yerde bunu unutması. “Elohim” sözcüğü, Tevrat’ta birkaç kez geçiyor. Ibranicedeki anlamı, “ilahlar”; yani, “çoğul” bir sözcük. İlahiyatçılar bunun tartışma konusu yapılmasına bile karsı çıkıyorlar – arkeologlarsa, sessiz.

Ama bundan daha kafa karıştırıcı olanı var: Yaratılış (Genesis) bölümünün 6. Bab’inda “O günlerde ve sonrasında da, dünyada Nefilimler vardı” diye bir ifadeye rastlıyoruz. Sözü edilen zaman, Tufandan öncesi. “Nefilim” sözcüğü, İngilizce’ye “devler” diye çevriliyor.

Oysa İbranice’de ki fiil yapısına göre tam ifadesi, “yukarıdan aşağıya inmiş olanlar”. Yaratilis’taki hikâyede “devler”in hiçbir anlamı yok. Daha sonra da Nefilim sözcüğüne rastlanmıyor zaten. Sanki “araya yanlışlıkla girmiş” gibi bir sözcük. İğreti duran, ne anlatmak istediği belli olmayan bir ifade. Oysa aradan yıllar geçip 1947’de Ölü Deniz yakınındaki bir mağarada orijinal el yazmaları bulunduğunda, “Nefilim”in aslında son derece önemli, neredeyse kilit denebilecek bir kavram olduğu çıkıyor ortaya. Bunun yani sıra, Tevrat’ın din adamlarınca “edit edildiği” de anlaşılıyor. Çünkü I.Ö 4. yüzyıldan kalma yazıtlar arasında yer alan ve daha önce Etiyopya’daki Kutsal Kitapta rastlanmış olan kopyası “sahte” sanılan “Enoch’un Kitabi”nin orijinal nüshası da bulunuyor Ölü Deniz mağaralarında.

Yaratilis’ta yalnız birkaç satırda adı geçen ve “Tanri’yla birlikte yürüdüğü” söylenen Enoch’un, aslında son derece ilginç bir hikâyesinin olduğunu ve Tevrat’tan çıkarılan bu parçaların “Nefilim” sözcüğüne de açıklık getirdiğini fark ediyoruz. Boşluklar Enoch’un Kitabı’nda yazanlarla doldurulduğunda, Bap 6’nin ayni satırında sözü edilen “… ve Tanrının oğullarını insanin kızlarını gördüler ve onlar güzeldi. Onları kendilerine es seçip onlardan çocuk sahibi oldular” ifadesi de anlamlı hale geliyor. İlahiyatçıları, dilbilimcileri ve tarihçileri yıllardır uğraştıran “Tanrı’nın oğulları” ile insanın kızları arasındaki ilişki Tevrat’ta yalnızca o cümlede geçiyor ve bir daha sözü edilmiyor. Ama Enoch’un Kitabı’nı okuduğumuzda, bunun müthiş sonuçlar doğuran bir olay olduğu çıkıyor ortaya. Evinden, ailesinden ayrılan ve “Tanrı katında” yaşamını sürdüren Enoch, “Gözcülerden” söz ediyor anlatısında. Bunlar, Tanrı ile insanlar arasındaki ilişkinin bazen “ara halkası” olma görevini üstlenen, insanlara nezaret eden, üstün varlıklar. Ama hepsi, “emir kulu” sonuçta. Enoch’un ayrıntılı olarak anlattığı hikayede, bir gün bunlardan birinin dünya üzerindeki “gözcülük” görevi sırasında “insan kızları”nı arzuladığı ve bu fikrini diğer “gözcü”lere de söylediği belirtiliyor.

Bir grup Gözcü (Nefilim-“yukarıdan inen”) aralarında karar alıyor ve yemin ediyorlar: Hepsi insan kızlarıyla sevişip onlardan birer kari alacak ve bu bir sır olarak kalacak. Çünkü öğreniyoruz ki, yapılan aslında “yasak”. Sonuçta bu birleşmeden “melez” çocuklar doğuyor ve genetik sorunlar yüzünden bu çocuklar sağlıksız, vahşi, garip yaratıklar oluyorlar. Diğer yandan, “insan kızlarıyla” birlikte oldukları süre boyunca Nefilimler, onlara bilgi aktarıyor, bir şeyler öğretiyorlar ki, bu da çok büyük bir yasağı çiğnemek anlamına geliyor. Sonuçta Tanrı hem Nefilimleri cezalandırıyor, hem de yarattığı Tufanla insanları.

Sümer ve Babil metinlerini bulmuş olmamız, Enoch’un kitabının da, Tevrat’ın diğer bölümleri gibi Mezopotamya anlatılarından esinlenilerek, daha doğru bir deyişle bunlar “revize edilerek” yeniden yazıldığını anlıyoruz. Ama bu, bir garip durumu fark etmemize engel değil: Çok eski zamanlarda “Gözcü”ler denen birilerinin dünya üzerinde dolaştığı ve yaptıklarıyla dünyadaki hayati derinden etkilediğine ilişkin en az on toplumun kültüründen gelen tanıklıklar var elimizde. İşin en kafa bulandırıcı yani, çok benzeyen anlatılara, Antik Yakın Doğuyla fiziksel teması hiç bulunmadığı varsayılan eski Inka ve Maya folklorunda da rastlıyoruz! Simdi, bütün bunlara “Mitoloji iste canim” deyip, elimizin tersiyle bir yana mi itmemiz gerekiyor, “bilimsel tavır” sergilemiş olmamız için. Yoksa eski metinleri farklı bir bakışla bir daha inceleyip, “Kim bu Gözcüler?” diye sormak mi daha mantıklı

Antik Mısır’ın “Neter”leri

Bütün Antik Çağ metinlerinde, kendi tarihlerini derleyen toplumlardan kalmış belgeler, geriye doğru giden kronolojilerinin sıfır noktasına, net olarak çözümlenemeyen bir tür “başlangıç dönemi” yerleştiriyorlar. Bu, onların tarihlerinde, “yönetimin tanrılardan insanlara geçmekte olduğu” bir ara dönemi belgeliyor.

Belirsiz bir başlangıç döneminden beri bizzat “tanrılar” tarafından yönetildiğini söyledikleri ülkelerinin, bu ara dönemde “Gözcüler” adi verilen üstün yaratıklarca yönetildiğini ve sonuçta krallığın insanlığa devredildiğini anlatıyorlar. Eski Mısır’da bunların adi, “Neter”ler. Son olarak Osiris’in oğlu Horus tarafından yönetilen ülke, belli bir dönem sonrasında, bir “Kral yaratma” (Kingmaker) töreninden sonra insanlara bırakılıyor ve Neterler geri plana çekiliyorlar – sonra da, izleri siliniyor. Bu ilk “insan kral”, bugün arkeolojinin değişmez bir gerçek biçiminde kabul ettiği, Firavun Menes. Bildiğimiz, yazılı tarihe göre I.Ö 3100 dolaylarında Yukarı ve Aşağı Mısır’ı bir tek ülke halinde birleştiren Menes, Mısır tarihinde “Hanedanlar Dönemi” denen bir evrenin de başlatıcısı.

Mısır kronolojisi üzerine bildiklerimiz, iki ana belgeye dayanıyor: Bunlar Mısırlı tarihçi Manetho’nun yazdığı krallar listesi ve bugün “Torino Papirüsü” olarak bilinen bir yazıt. Her iki belge de birbiriyle uyumlu. Bu sayede arkeologlar ve ejiptologlar, Mısır’ın kronolojik gelişimini formüle edebiliyorlar. Buna göre, Firavun Menes’le başlayan Hanedanlar Dönemi, alt evrelere ayrılıyor: Eski Krallık, 1. Ara Dönem, Orta Krallık, 2. Ara Dönem (Hiksoslar Devri) ve Yeni Krallık. Bugün okutulan tarih kitaplarında da bu kronolojik düzen aynen böyle. Süreç içindeki arkeolojik bulguların Manetho’yu ve Torino Papirüsü’nü doğrulaması sayesinde, Yeni Krallık ve sonrası, neredeyse bütünüyle tarihlenebilmiş durumda. Eski Krallık’ta, en fazla 150 yıl yanılma payıyla arkeologlar hanedan listesini ve Kralları sıralayabiliyorlar. Yani bu iki belge, doğruluğu desteklenmiş veriler içeriyor. Bütün sorun da aslında burada: Çünkü Manetho’nun listesi ve Torino Papirüsü, yalnızca hanedanlar dönemi Mısır’ını değil, ondan çok daha öncesini de kronolojik sıra içinde sunuyor.

Yalnız burada yöneticiler insanlar değil, Neterler. Normal insanlara göre çok daha uzun yaşayan, ülkeyi binlerce yıl yöneten, esrarengiz varlıklar. Ejiptoloji ve modern arkeoloji bunun üzerine ne yapıyor? “Alt paragraflarını” tartışmasız biçimde kabul ettiği ve bulgularla doğrulanan bir tarihi yazıtın “üst paragraflarını” ya yok sayıyor, ya da “Bunlar mitoloji” deyip isin içinden çıkıyor. Neden? Çünkü hayranlıkla benimsediği alt paragraflarda “normal insan”lar krallık yapıyor; üstteyse, kim oldukları anlaşılamayan üstün yaratıklar. Böylece bilimsel ortodoksi, ayni belge üzerinde isine gelen bölümü “olgu” diye benimseyip dosyalarken, isine gelmeyen, çünkü anlayamadığı, isin gerçeği “dini inanışlarına aykırı düsen” bölümleri “mitolojik” bulup ayıklıyor!

Mezopotamya’da ayni şeyle karsılaşıyoruz: Layard ve Wooley’nin yaptığı araştırmalarda, son derece değerli ve ilgi çekici kil tabletler ele geçiyor. Bunlar, Sümer Kral Listeleri olarak adlandırılıyor. Ayni Mısır’da olduğu gibi, listenin en üst sırasında, yani “normal krallar”dan önce, her biri neredeyse 10.000 yıl, 15.000 yıl yasayan yöneticiler var. Bunlar, “Tufandan önce” uzun süre ülkeyi yönetmişler, sonra insanlara devretmişler. Babil metinleri bu olayı “Krallık gökten indiğinde” gibi bir deyişle açıklıyor. Bütün Mezopotamya’da ayni kült var aşağı yukarı. Bulunan belgeler, “en eski metin” olduğuna inanılan Tevrat’ın, Tufan basta olmak üzere bir sürü temayı Sümer ve Babil anlatılarından ödünç aldığını ortaya koyarak Kilisede ve dini çevrelerde buz gibi rüzgarlar esmesine neden oluyor. Üstelik, Tufan öncesi ülkeyi yöneten “tanrılar”dan söz ediliyor, tek bir tanrıdan değil!

Bu durumda Ortodoks arkeoloji ne yapıyor? Mısır’da yaptığının aynısını. Yani Sümer Krallar Listesi’nin “normal insan ömrüne sahip” kralları doğru kabul ediliyor ve belgenin bu bölümü “somut bulgu” sınıfına sokuluyor ama Tufan öncesi ülkeyi yönettiği anlatılan, 200.000 yıl hüküm sürmüş “tanrılar” ve onların sonrasında, “ara dönem”de insanlara yönetimin geçişini üstlenen ve denetleyen “Gözcü”ler, “mantıksız” bulunarak “mitoloji” sınıfına sokuluyor yine.

Zecharia Sitchin’ e göre Unutulmuş Tarihin Kronolojisi

Zecharia Sitchin yazmış olduğu kitabında Nefilimlerin unutulmuş dünyamız üzerindeki faaliyetlerini, buradaki yaşam sürelerini ve savaşlarını derlemiş olduğu bir çok antik metinle şöyle özetliyor.

Tufan Öncesi – 1

450.000 YIL ÖNCE: Güneş Sistemimize uzak bir gezegen olan Nibiru (Marduk) gezegeninin atmosferinin bozulması nedeniyle yaşam sönmeye başlar, Gezegen de Anunnakiler (Nefilimler) yaşamaktadır. Hükümdar Alalu, Annu tarafından tahtından indirilir. Alalu, Uzay gemisinden kaçar ve Dünyada sığınacak bir yer bulur. Dünyanın içine sahip olmuştur ve Nibiru’nun atmosferini korumak için altın gerektiğini keşfeder ama altın Nibiru’da yoktur.

445.000 YIL ÖNCE: Annu’nun oğlu Enki öncülük yapar. Böylece Basra Körfezi sularından altın çıkarmak için Dünya üzerinde bir istasyon kurar.

416.000 YIL ÖNCE: Altın üretimi azaldığında Annu yakın mirasçısı Enlil ile beraber Dünyaya iner. Yaşam için gerekli olan altını Güney Afrika dan çıkarmaya karar verilir. Enlil Dünya görevinin komutanıdır. Enki, Afrika ya gönderilir ve Anu, Alalu’nun erkek torunu tarafından düelloya davet edilir.

400.000 YIL ÖNCE: Güney Mezopotamya’da görevli 7 yerleşim merkezi vardır ; metalurji merkezi (Shuruppak), görev kontrol merkezi (Nippur)ve bir roket alanı Dlan (Sippar) bunların önemlileridir. Toplanan saf maden Igigi tarafından yönetilen yörüngecilere yani yukarıya gönderilir. Orada da Nibiru’dan belirli zamanlarda gelen uzay gemilerine nakledilir.

380.000 YIL ÖNCE: Alalu’nun erkek torunu, Igigi’nin desteğini kazanır ve Dünyayı ele geçirmeye çalışır.

300.000 YIL ÖNCE: İşler altın kazıcılarının ayaklanmaları ile karışır. Maymun kadınlar kullanılarak Enki ve Ninhursag ilk işçileri yaratırlar. Sonra bu işçiler idareyi ele alırlar. Enlil, bir baskın yapar, bazı işçileri kaçırır ve Mezopotamya’daki Edin’e verir. Onlara üreme yeteneği verilir ve insan çoğalmaya başlar.

200.000 YIL ÖNCE: Yeni Buz Çağı döneminde dünyadaki yaşam azalır.

100.000 YIL ÖNCE: Atmosfer tekrar ısınır. Anunnakiler ( Nefilimler ) insan kızları ile evlenirler.

100.000 YIL ÖNCE: Atmosfer tekrar ısınır. Anunnakiler ( Nefilimler ) insan kızları ile evlenirler.

75.000 YIL ÖNCE: Yeni bir Buz Çağı başlar. Gerileyen insan türleri, Dünya ya dağılır. Cro-Magnon ( tarihten önce Fransada yaşayan bir ırk ) insanlar yaşar.

49.000 YIL ÖNCE: Enki ve Ninhursag, Anunnaki soyunun insanları Shuruppak’da yönetmek için geliştirilirler. Enlil onları kızdırır.

13.000 YIL ÖNCE: Nibiru yolculuğu hatırlanır, bir nedenle Enlil insanları yok etmeye karar verir. Büyük Tufanı başlatacak olan Enlil, insanlığı tehdit eden felaketin sırrını koruyacağına dair Anunnaki’de yaşayanlara yemin ettirir.

Tufan Sonrası – 2

MÖ. 11.000: Enki yeminine ihanet eder ve su altında kalabilen bir gemi yapması için Ziusudra / Nuh’a yol gösterir. Tufan Dünyayı silip süpürür. Anunnaki insanları, kendi yörüngelerinde dönen uzay gemisinden tüm yıkıma tanık olurlar. Sonra Enlil, dağlık merkezlerde tarımı başlatır. Enki ise hayvanları evcilleştirir.

MÖ. 10.500: Nuh’un torunları 3 bölgeyi bölüşür. Enlil’in ilk oğlu Ninurta, Mezopotamya’ya yerleşir bir yer yapmak için nehirleri çeker ve dağlarla kapatır; Enki Nil Vadisini ister. Sina Yarımadası, Tufandan sonra hala hayatta kalan roket alanlarında Anunnaki insanları bir kontrol merkezini Moriah Dağı üzerine kurarlar (Gelecekte Kudüs)

MÖ. 9780: Enki oğulları Ra / Marduk, Osiris ve Seth arasında Mısır’ın yönetimini bölüştürür.

MÖ. 9330: Seth, Osiris’i yakalar ve parçalar. Nil Vadisinin tek hakimi olur.

MÖ. 8970: Horus, İlk Piramit savaşının başlamasıyla babası Osiris’den intikam alır. Seth, Asya’ya kaçar ama Sina ve Filistin elindedir.

MÖ. 8670: Enki’nin torunlarının kontrol ettiği tüm evren araçlarına karşı, Enlilliler 2. Piramit savaşını başlatırlar. Galip Ninurta, Büyük Piramidin içindeki aygıtları boşaltır. Enki ve Enlil’in üvey kız kardeşleri Ninhursag, barış kongresini toplar. Dünya yeni baştan bölüştürülür. Mısır’ın kontrolü Ra / Marduk hanedanından Thoth’a devredilir. Heliopolis’de, bedel olarak bir fener şehri kurulur.

MÖ. 8500: Karakol mevkileri kurulur.

MÖ. 7400: Barış Çağının devam etmesiyle Anunnaki insanları yeniden ilerlemeye başlarlar. İkinci taş devri başlar. Ve yarı ilah-yarı insan varlıklar Mısır’ı yönetirler.
MÖ. 3800: Eridu ve Nippur’la başlayan Anunnaki’nin tekrar kurduğu eski şehirlerin bulunduğu yerde yani Sümer’de bir uygarlık başlar. Anu ziyaret için dünyaya gelir. Yeni kent Uruk (Erech ) onun onuruna inşa edilir. Tapınağı sevgili kız torunu İnanna / Ishtar için yapar.

Dünya Krallıkları – 3

MÖ. 3760: İnsanlık, krallıkları kabul eder. Kish, Ninurta’nın himayesi altındaki ilk başkenttir. Takvim, Nippur’da başlar. Medeniyet Sümer’de ( ilk bölge ) meyvesini verir.

MÖ. 3450: Yönetim Sümer’den Nannar / Sin’e geçer. Marduk, Babil imparatorluğunu ilan eder.

MÖ. 3100: 350 yıllık kaosun ardından Mısır’da firavunluk kurulur ve ilk firavun Memfis’te tahta oturur.

MÖ. 2900: Sümer Krallığı Erech’e göçer; İnanna Üçüncü Bölgenin özgürlüğünü verir; burası Hindistan’daki İndüs Vadisi uygarlığıdır.

MÖ. 2650: Sümerler de büyük karışıklıklar. Enlil, isyanlar karşısında sabrını yitirir.

MÖ. 2371: İnanna, Sharru-Kin’e (Sargon) aşık olur. Sharru-Kin yeni bir baş kent kurar; Agede’de Akadlar, bir imparatorluk başlatırlar.

MÖ. 2316: Dört bölgeye hükmetmeyi amaçlayan Sargon, Babil İmparatorluğundan kutsal toprak getirir. Marduk İnanna çatışması tekrar alevlenir. Çatışma, Marduk’un kardeşi Nergal’in Marduk’u Mezopotamya’yı terk etmeye ikna etmesiyle sona erer.

MÖ. 2291: İnanna’nın emriyle Narram-Sin , Sina Yarımadası’na giderek Mısır’a saldırır.

MÖ. 2255: İnanna Mezopotamya’ya el koyar. Naram Sin-Nippur’a meydan okur. Büyük Anunnaki Agade’yi yok eder. İnanna kaçar. Akad ve Sümer ülkeleri, Enlil ve Ninurta’ya sadık yabancı askerler tarafından işgal edilir.

MÖ. 2220: Sümer uygarlığı, Lagash’da yükselir. Thoth , Ninurta adına bir zigurat tapınak inşa edilmesi için Kral Gudea’ya yardım eder.

MÖ. 2193: Bir papaz ve bir kraldan gelen aileden Peygamber İbrahim’in babası Terah, Nippur’da doğar.

MÖ. 2180: Mısır bölünür. Ra / Marduk yandaşları güneyi ele geçirirler. Firavunlar, Aşağı Mısır’da kalarak Ra / Marduk’a karşı çıkar.

MÖ. 2130: Enlil ve Ninurta yandaşlarının sayısı artınca Mezopotamya’daki merkezi otorite bozulur. İnanna’nın krallığı tekrar ele geçirme çabaları başarısızlıkla son bulur.

Kaçınılmaz Yüzyıl – 4

MÖ. 2123: Peygamber İbrahim Nippur’da doğar.

MÖ. 2113: Ur, yeni imparatorluğunun başkenti ilan edilir. Ur-Nammu kral ve Nippur’un vekili olur. İbrahim’in babası Nippur’lu papaz Terrah sarayda görev almak için Ur’a gelir.

MÖ. 2096: Ur-Nammu savaşta ölür. Halk, onun zamansız ölümünü, Anu ile Enlil’nin ihaneti olarak düşünür. Terah, Harran’a gitmek için ailesiyle yola çıkar.

MÖ. 2095: Shulgi, Ur’da krallığını ilan eder ama İnanna’nın çekiciliğine kapılarak onun aşığı olur. Larsa’yı Elaniteler’e verir.

MÖ. 2080: Ra / Marduk’a sadık Theban prensleri kuzeyi yani Aşağı Mısır’ı sıkıştırırlar.

MÖ. 2055: Nannar’ın emriyle Shulgi, Elamite alayını Canaanite kentlerindeki kargaşayı bastırmak için gönderir. Elamiteler, Sina Yarımadasına ve buradaki roket alanına açılan geçide ulaşır.

MÖ. 2048: Shulgi ölür. Marduk Hititler ülkesine girer. İbrahim seçkin süvarilerinin başında Güney Canaan’ı emir altına alır.

MÖ. 2047: Amar-Sin (Kutsal Kitaba ait Amraphel) Ur’un kralı olur. İbrahim Mısır’a döner. Yedi yıl kalır ve daha çok askerle geri döner.

MÖ. 2041: İnanna’nın rehberliğiyle Amar-Sin, Doğu Krallığı koalisyonunu oluşturur ve ardından Sina ve Canaan’a askeri sefer başlatır. İbrahim, roket alanına giden geçitteki ilerlemeyi keser.

MÖ. 2024: Marduk yandaşlarını toplayarak Sümerliler’in üzerine yürür ve Babil’de tahta çıkar ve sonra savaşarak Mezopotamya’ya yayılır. Nippur’un tapınağını yıkar ve Enlil’in cezalandırılmasını ister. Enki karşı çıkar fakat oğlu Nergal, Enlil’i desteklemektedir. Nabu, roket alanını kuşatınca, Büyük Anunnaki nükleer silahların kullanılmasını onaylar. Nergelve Ninurta, roket alanını ve asi Canaanite kentlerini nükleer güçle yok ederler.

MÖ. 2023: Rüzgârlar, radyoaktif bulutları Sümerlerin üzerlerine taşır, İnsanlar ve hayvanlar korkunç ölümlerle ölürler. Sular zehirlenir ve toprak verimsiz hale gelir ve Büyük Sümer Uygarlığı sona erer.

Volkan Burnaz

By admin

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir