KAYAPO YERLİLERİNİN İLGİNÇ TÖREN KIYAFETLERİ

Yerlileri araştıran bir araştırmacı olan Joao Americo Peret, 1952 yılında Kayapo yerlilerini incelemek için gittiği bir sırada ilginç bir dinsel törenle karşılaştı. İşin ilginç tarafı oranın yerlilerince yapılan bu kutsal törenin konusunun gökten gelen yüce tanrılarına yönelik yapmış olmalarıydı. Bu göksel törenin en önemli kısımlarından birini gökten gelen tanrılarının kıyafetlerini giymiş olan yerlilerdi. Çünkü bu kıyafetler açıkça günümüz astronotlarına tıpatıp benzemekteydi.

Ama en önemlisi de günümüz astronot kıyafetlerinin ilk kez Yuri Gagarin’in Vostok 1-ile ilk dünyanın yörüngesinde yaptığı uçuş sırasında günümüz insanının tanışmış olmasıdır. Tarih:( 12 – 4 -1961)

Kayapo yerlilerinin Gökten Gelen Varlıkların Anısına giydikleri Giysilerin Fotoğrafları 1952’de çekilmiştir.

Asıl sorunsa bu insanların görmüş oldukları ve kendilerine yol gösteren göksel tanrıların kim oldukları ve nereden geldikleridir. Bu insanların kimler için tören yaptıklarıydı,nereden bu kıyafetleri gördükleriydi?… Fotoğraflar (Rio Fresko) da ki bir yerli köyünde yapılan bir dini tören sırasında çekilmiştir.

2000 YILLIK GÖK SAATİ

1900 yılında, sünger avcıları Yunanistan’ın Antikythera Adası yakınlarında bir batık gemi buldular. Gemi aşağı yukarı 2000 yıllık idi. Sonradan yapılan araştırmalarda Roma’ya giderken M.Ö. 65 yıllarında batan gemide tarihi değeri bronz ve mermer heykeller ile irili ufaklı çok sayıda eşyalar bulundu. Bulunan bu eşyalar arasında özellikle birisi çok ilginçti. Buldukları bu garip nesnenin uzunca bir zaman neye ait olduğu anlaşılamadı. Daha sonra bulunan bu garip eşyaya ait olduğu tespit edilen daha başka ilginç parçalar ortaya çıkarılmaya başlandı. Ele geçen parçaların bir kısmı bronzdan bir kısmı da ahşaptan yapılmıştı. Fakat, bir zaman sonra ahşap ve bronz parçaları bir araya getirilince bazı tahminler öne sürülmeye başlandı.

Şekil-1 : MÖ. 65 yıllarında batan gemide ele geçirilen ilginç bronz parçalar

Şekil-2 : Günümüz bilim çevreleri tarafından çizimli yapılmış MÖ- 65 yılında batan gemide bulunan esrarengiz parçaların bugünkü versiyonları.

Parçaların teker teker bir araya gelmesiyle mekanik biçime sahip garip bir araç ortaya çıkmaya başlamıştı. Anlaşıldığı kadarıyla üzerinde düğmeleri olan karmaşık yapılı bir cihazdı. Ayrıca birbirine bağlı dişli sistemleri ve kadranları da vardı. Araştırmalar 50 yıl kadar sürdü. 1954’te Cambridge Üniversitesi’nden bir bilim adamı, yaptığı uzun süren araştırmaları sonrasında bu cihazın olağanüstü bir hesap makinesi olduğunu açıkladı. Fakat, bu bilinen hesap makinelerinden değildi. Daha çok yıldızların ve gezegenlerin gökteki konumlarıyla ilgili şaşmaz bilgiler veren bir tür gök saati idi. Üzerinde yirmiden fazla dişli çark, rakamların yazılı olduğu kadranlar ve çeşitli uzunluklarda kollar vardı. Tüm bunlar sâyesinde Güneş, Ay, Merkür, Venüs, Mars, Jüpiter ve Satürn’ün ve hatta bazı yıldızların doğuşları, batışları ve yörüngelerine ilişkin doğru bilgiler elde etmek mümkündü.

Bir araştırmacı şöyle diyordu: “Yeryüzünde bugüne kadar bu denli olağanüstü bir cihaz bulunmadı. 2000 yıl önceki insanların bu tür bir makineye sahip olmaları gerçekten mevcut tüm arkeolojik ve tarihi bilgileri sarsacak, altüst edecek bir olaydır.”

Fakat, asıl bilinmeyenler, her zaman olduğu gibi, yine zihinleri meşgul ediyor. İnsanoğlu’nun tüm yazılı bilgilerini temelinden sarsan bu benzeri cihazlar, neye dayanarak, hangi bilgiyle yapıldı?

ÇİN’DE BULUNAN TAŞ DİSKLERİN GİZEMİ

1960’lı yıllarda, Çin Halk Cumhuriyeti’nde meydana gelen çok ilginç bir olay, o zamanlar Sovyetler ’da yayınlanan Sputnik adlı dergide şu başlıkla yayınlandı: “ Esrarengiz şifre yazılı granit disklerin tarihçesi ”.

Dropalara ait üzerinde ilginç yazılar bulunan Granitten yapılmış 30cm büyüklüğündeki taş disklerden ikisini görmekteyiz.

Bu ilginç olay ilk olarak 1938 yılında Çinli arkeolog Chi-Pu Tei liderliğindeki 5 kişilik bir araştırma ekibinin Çin ile Tibet sınırını ayıran Baian-Kara-Ula ( Ula : Dağ demektir ) dağ yamaçlarında, yapılan özel bir araştırması sırasında ortaya çıkmıştır. Dağ yamacında incelemeler yapan arkeologlar yamaca kazınmış vaziyette duran birçok kaya mezarıyla karşılaştılar. Mezarları daha yakından incelemek isteyen arkeologlar bu kaya mezarlarından bazılarını açtıklarında inanılmaz görüntülerle karşılaştılar. Gördükleri şeyler sıra dışı fiziksel görünümlere sahip ( Koca kafalı, küçük ince bir vücutlu ) garip yaratık cesetleriydi.

Araştırma ekibin liderliğini yapan Prof Chi-Pu Tei bu gördükleri karşısında bu bölgede çok eski zamanlardan beri anlatılan bir hikayeyi hatırladı. Bu yöresel hikayeye göre – etnolojik kökeni teşhis edilemeyen iki kabile çok eski dönemlerde bu bölgeye göç etmişlerdi. Göç eden bu ilginç kabileler kendilerini yöre halkına “ Dropalar ve Chamlar ” olarak tanıtmışlardı. Söylenenlere göre 1.30 ile 1.50cm civarında cücemsi varlıklardı. Bu cücemsi varlıklar diğer insanlardan oldukça korktukları için herkesten uzak, izole bir yaşam sürüyorlardı. Günümüzde bu kabilenin yaşadığına dair herhangi bir ize rastlanmamıştır. Nesillerinin çok uzun zaman önce tükendiği düşünülmektedir.

Dropaların ünlü İmparator ve İmparatoriçesine ait olduğu iddia edilen bir resim. Çok uzun yıllar saklanan İmparator ve İmparatoriçenin dış görünüşleri bile oldukça değişik görünmekte.

“ Dropalar ” gökyüzünden mi geldiler?

Prof Chi-Pu Tei ve çalışma arkadaşlarını şaşırtan hadiseler sadece bu mezarlar ve burada yatmakta olan garip yaratıklar değildi. Mezarların çevresinde yapılan kazılar devam ettikçe çok daha ilginç buluntular ortaya çıkmaktaydı. “ Granitten yapılmış, yaklaşık 30 cm büyüklüğünde, 2 cm kalınlığında, ortası delik taş diskler…”

Bulunan ilginç taş diskler kenarlarına doğru uzanan spiral şekilli bilinmeyen harfleri üzerinde barındırmaktaydı. Kazılar sırasında bu granit disklerden tam tamına 716 tane bulunmuştur. Daha sonra incelemeye alınan bu taş diskler teker teker incelenmiş fakat üzerinde yazılı bulunan harfler bir türlü deşifre edilememiştir. Daha sonra diskler üzerinde çok daha fazla detaylı araştırmalar yapan Prof Dr. Tsum Um Nui ve arkadaşları bu yazıların esrarını çözebilmişlerdir. Taş disklerin üzerinde şunlar yazmaktaydı :

“Dropalar bulutların üstünden uçan cihazlarıyla ile geldiler. On defa güneş batımına kadar, erkeklerimiz, kadınlarımız ve çocuklar oyuklarda saklandılar. En sonunda tavırlarından ve işaretlerinden, bize karşı kötü niyetleri olmadığını anladık.”

Bu yazıların taş diskler üzerine Chamlar tarafından işlenmiş olduğu görülüyordu. Yazıların deşifresinden sonra Prof Dr. Tsum Um Nui ve arkadaşları, Baian-Kara Ula çevresindeki eski Çin efsaneleri ile karşılaştırmalar yaptılar. Çevrede anlatılan efsanelerden sadece biri küçük, sarı derili, koca kafalı canlılardan bahsediyordu.

Hikayeye göre bu canlılar “ Bulutlardan dünyaya ” gelmişlerdi. Hikayenin diğer geri kalanında anlatılanlara göre çevrede yaşayan normal insanların, bunlara karşı nefreti o kadar şiddetliydi ki, onları kovalayıp çoğunu öldürmüşlerdi. Prof Dr. Tsum Um Nui, bazı üniversiteli meslektaşları, gerçekte bu yaratıkların büyük kafalı dağ maymunları olduklarını iddia ediyorlardı. Prof Dr. Tsum Um Nui tüm bu iddiaların yanlış ve mantıksız olduğunu şu sözleriyle ifade ediyordu :

“Hangi akılcı sebeplerle insanlar, hayvanları taş disklerle beraber mezarlara gömebilirler?”

Şuan 716 granit diskten sadece birkaçı Moskova laboratuvarlarında incelendi ve bu disklerin en az 12.000 senelik oldukları tespit edilmiş oldu. Disklerden 2 tanesi halen Çin Halk Cumhuriyeti’nin Xian şehrindeki Panpo Müzesi’nde sergilenmektedir.

“JOMON DOGU” HEYKELLERİ

Eski Japonya’daki “dünya dışı ziyaretçiler” in izlerini Eski Japon heykel sanatında da görmemiz mümkündür. Günümüz astronotlarını andıran giysiler giymiş dünya dışı varlıkların görüntülerinin işlendiği heykelciklere “Jomon Dogu heykelleri” adı verilmektedir.

Japonya’nın Yokohama kentinde bulunan “Kozmik Ağabeylik Kurumu” Jomon Dogu heykelcikleri hakkında çok detaylı bir çok araştırmalar yapmıştır. Kuzey Japonya’daki Tohuku yöresinde bir mezarda yapılan kazıda bulunan heykelciklerde ve duvarlara çizilmiş resimler de, üzerlerinde balık adam kıyafetine benzer giysileriyle başlarında da miğferler bulunan insanlar bulunmuştu… Hatta bulunan bazı heykellerin gözlerinde güneş gözlüğüne benzer koruyucu gözlüklerin de olduğu gözlemlenmiştir.

Bulunan bu heykelciklerin her birinin ağızlarının hemen üstünde ise, filtreyi andıran bir cihaz rahatlıkla görülebilmekteydi. Heykellerin üzerlerindeki giysiler günümüzdeki pilotların yüksek basınçlara karşı korunmak için giydikleri “ G – forması ”na o kadar çok benziyordu ki, tüm araştırmacılar ve bilim adamları bile bu bulgular karşısında hayrete düşmekten kendilerini alamamışlardır.

Bu giysiler aynı zamanda Tayland’ın geleneksel kıyafetlerine de çok fazla benzemektedir. Bu heykelcikleri inceleyen bir Amerikalı UFO araştırmacısı şunları söylemiştir:

“Üzerlerindekiler NASA’nın uzay pilotu elbiselerinin aynısı…”

“Jomon Dogu” heykelleri üzerinde çalışan Yusuke J. Matsumura, da söz konusu heykellerin M.Ö. 3000’ler de Kamagaoka’da da yontulduklarını ortaya çıkarmıştır. Bu konudaki düşünceleri sorulduğunda ise konuyla ilgili olarak şu sözleri sarf etmiştir:

“Çuval gibi bir görünüşleri var. Miğferlere benzer bir şey boyun hizasında elbiseye bağlanıyor. Bu miğferin arkasında küçük bir pencereyi andıran açıklık da var. Filtreye benzer bir parça tam ağız hizasında değil, daha çok çeneye doğru alçak durumda görülüyor.”

Eski Japon inancındaki tanrılardan biri olan Hitokotonushti’nin de çizilen temsili resminde kendisi Jomon elbisesi içinde ve bulutların üzerinde betimlenmiştir. Nitekim, adının anlamı da “Uzay elbisesi” anlamına gelen bir kelimeden türetilmiştir.

Japonya’da “CBA international” isimli bilimsel bir kuruluşun çalışmalarıyla Kamagaoka isimli bu bölgede kozmik bir kültür ortaya çıkarılmıştır: Kyushu’nun güneş ırkı soyundan gelen kral İWAİ göksel bir neslin üyesiydi. O, halkını ehlileştirdi ve onların “Güneş Diski “nde oturmalarını istedi. Onlara Akheneton’un güneş diniyle muamele etti. Toprağa kazınmış olan büyük “Güneş İşareti”nin eski güneş krallığını işaret ettiği söylenir. Kamagaoka ırkı bütün toprak heykellerini adeta bizim Uzay Çağına miras bırakırcasına ortadan kaybolup gitmiş görünmektedir.

Yine “CBA international”ın araştırmaları sonunda 30 cm kalınlığında volkanik küllerle kaplı eski bir kozmik üs ortaya çıkarılmıştır. Yusuke J. Matsumura’nın tahminine göre, Mars ve Jüpiter arasında bulunan ( beşinci gezegen ) Maldek’in patlaması sadece dünya üzerinde büyük felaketlere yol açıcı etkilere neden olmakla kalmamış, aynı zamanda dünyanın yakın çevresindeki uzayın da manyetik alan dengesi bakımından olumsuz yönde etkilenmesine neden olmuştur. Bu nedenle uzay yolcuları öldürücü radyasyona karşı özel koruyucu elbiseler giymek zorunda kalmışlardı. Yada uzay elbiselerini geliştirmek zorunluluğunu hissetmişlerdi.

Bu nedenle Jomon Dogu heykellerinin giysilerinin bir kısmı arklı görünüştedir. Yoksa, bu manyetik ve büyük felaketlere yol açan değişikliklerden çok korkan Kamagaoka ırkı kendilerine ( heykellerde görüldüğü gibi ) özel elbiseler yaparak başka bir gezegene mi gittiler, yoksa nesilleri, olduğu gibi, büyük bir felaketle ortadan mı kaldırıldı ?

Jomon Dogu ( Uzay Elbisesi )

Bazı görüş çevrelerine göre Amerikan ve Rus bilim adamlarının astronot giysileri yapımında Jomon Dogu heykellerinden esinlendikleri ve faydalandıkları öne sürülmektedir.

“Jomon Dogu”lar, NASA uzay giysileri ve ekstra gezici ünite (EMU) ile karşılaştırıldıklarında, iki giysi arasında hiçbir tesadüfe bağlı olmayan pek çok ortak nokta bulunduğu ortaya çıkmıştır. “Jomon Dogu” giysisi modern NASA ve EMU giysileri gibi 3 ana bölümden oluşmaktadır:

1- Çıkarılabilir uzay miğferleri

2- Karın boşluğunda çeşitli donanım sistemleri bulunan beden giysisi

3- Eldivenler ve botlar

1 – Miğferler

“Jomon Dogu” heykellerinin başlarında bulunan miğferi günümüze ait modern uzay ve dalgıç miğferlerine oldukça benzemektedir. Yuvarlak formda olup, üzerinde kulaklıklar, göğüs plakası, çarpma yastığı, hava hartuçları ve gözler için mercekler bulunmaktadır. Bazı “Jomon Dogu”larda NASA veya dalgıç kasklarında olduğu gibi tek pencere vardır. Miğfer, giysinin üst boyun kısmına hava geçirmez bir biçimde oturur ve kenetlenir.

Göğüs çevresinde ise, miğferin yükünü hafifleterek omuz kısımlarına aksettiren emniyet kemeri sistemiyle bağlanarak yerinde tutulur. “Jomon Dogu”larda her göz için ayrı mercek mevcuttur. Mercekler üzerindeki tuhaf yarıklar, göz kamaşmasını önleyen koruyucu siperliklerdir. NASA giysilerinde de dışta bulunan altın plakalı bir kalkan aynı amaçla kullanılmaktadır.

Kaldırma Halkaları : Miğferin her iki yanında, kulak biçiminde döner halkalar bulunmaktadır. Bunlar, ağır ve pahalı miğferin iki taraftan tutularak çıkarılmasına yardımcı olur ve yüksek ivme hızını zaptetme işlevi görür. Miğfer, normal olarak hava geçirmeyen giysiye emniyet kemerleriyle bağlanmıştır. Ancak bazı manevralarda veya aracın kalkış ve inişlerinde pilotu sıkıca tutabilmek için, pilotun oturduğu yer veya kabin kablolarla kaldırma halkalarına sabitlenmektedir. Aynı sistem, Ay’a inen Apollo astronotlarında da uygulanmıştır.

Konuşma Delikleri : Birçok “Jomon Dogu” heykelinde miğferin ön kısmında yuvarlak yapay çıkıntılar mevcuttur. Bu delikli hartuçlar, miğfere hava girip çıkmasını sağlamaktadırlar. Aynı zamanda astronotlar bu açıklıktan miğferlerini çıkarmadan konuşabilmektedirler.

Bu küçük kilden heykelcikler, tarih öncesi çağlarda Japonya’da yaşamış olan taş devri insanları Jomonlar tarafından yapılmıştır; boyları 7.5-30 cm. arasında değişmektedir. Yapımları 10.000 yıl evveline kadar uzanmaktadır.

Oksijen Sistemi : Jomon Dogu giysilerinde Apollo ve EMU giysilerinde olduğu gibi sırtta taşınan ve oksijen sağlayan bir sistem bulunmaktadır. Bu sistem, uzayda ve başka gezegen yüzeylerinde ve su altında kullanılmaktadır.

Çarpma Yastığı: Miğferin üst kısmındaki taç şeklindeki kısım, dar kapsülde oluşan yüksek G kuvvetlerine karşı astronotun kafasını korumaktadır. Çarpma yastığına aynı zamanda Apollo giysisinde olduğu gibi, radyo anteni, radar tarayıcı ve haberleşme ışıkları da monte edilmiştir.

Başlık ve Kulaklıklar : Jomon Dogu’lar nadiren pilotu miğfersiz olarak gösterirler. Bu heykellerde kafayı örten başlık sistemi ve kulaklıklar belirgin olarak görülmektedir.

2 – Gövde Ünitesi

Modern NASA ve EMU giysilerinde de olduğu gibi, “Jomon Dogu”ların gövde ünitesi; karın boşluğu sistemi, göğüs kontrol düğmeleri ve boyun bağlantı kısmından oluşmaktadır.

Emniyet donanımı : Apollo uzay giysisi tasarımcılarını en çok meşgul eden konulardan birisi ağırlıksız bir ortamda giysinin vücuda sıkıca yapışması olmuştur. “Jomon Dogu”lar da ise bu sorun, omuz başlarındaki takviye edilmiş bölgeler ve iki kontrol düğmesi arasından geçen ve sırt kısmından dolaşarak öne dönen emniyet kemeri sistemi ile basitçe halledilmiştir. Mekanizma bir pim vasıtası ile istenildiğinde açılabilmektedir. Bu sistem günümüzde aynen kullanılmaktadır.

Karın Boşluğu : “Jomon Dogu”ların karın boşluğunda, radyo, oksijen kompüteri, nem ve ısı regülatörleri, su stoku ve atık sistemi gibi ağır teçhizatlar bulunur. Ağırlıkların bu bölgede taşınması dengeyi sağlamasının yanı sıra cihazlara kolay erişilmesini sağlar.

Kontrol Düğmeleri : “Jomon Dogu” heykellerinin en belirgin özelliği, göğüs üzerinde bulunan iki kontrol düğmesidir. Modern NASA ve EMU giysilerinde de kontrol düğmeleri göğse monte edilmiştir.

Anti G Giysisi : “Jomon Dogu” giysilerinin gövde kısımlarında “chokkoman” adı verilen dalgalı motifler bulunmaktadır. Bunlar, EMU giysilerindeki ısınma ve soğutma tüplerini akla getirmektedir. Bu donanım zor manevralar sırasında otomatik basınç sağlamakta ve göz kararması, bayılma gibi olayları engellemektedir.

3 – Kol ve Bacak manşetleri

Gövde giysisinde kol ve bacak kısımları kısadır. Aslında bu kısa kol ve bacak ekleri lastik manşetler olup, fermuarlı yuvarlak çerçevelerle giysiye takılmaktadır. Günümüzde, NASA ve diğer uçuş üniformalarında aynı metot uygulamaktadır. Manşetlerin bu şekli, el ve ayakların basınçtan bağımsız, serbest hareketini sağlamaktadır.

Görüldüğü üzere, Jomon Dogu giysilerini yapabilmek çok karmaşık operasyonlar gerektirmektedir. Detaylı olarak ele aldığımızda, bu giysilerin ileri bir teknoloji ürünü olduğu açıkça fark edilmektedir.

GİZEMLİ KÜRELER

1977 yılında Güney Afrika’da bulunan Wonderstone gümüş madeninde yapılan kazılar sırasında ne oldukları ve neye yaradıkları anlaşılamayan 200’ün üzerinde çok ilginç küre biçimli cisimlere rastlandı. Kazılar sırasında bulunan bu küre biçimli cisimler derin kaya katmanlarının içine yerleşmiş vaziyette durmaktaydılar.

Küre biçimli bu ilginç cisimlerin her biri ortalama olarak 4/1 inç kalınlığındaydılar ve doğal olmayan bir nikel – çelik alaşımdan oluşmuşlardı. Bazılarının 4/1 inç inceliğinde ince bir koruyucu kabuğu bulunmaktaydı. Kabuklar parçalanıp, kırıldıklarında içlerinden havayla karıştığında parçalanıp toza dönüşen süngerimsi bir madde çıkıyordu.

Hemen bölgede bulunan en büyük müze olan Güney Afrika Klerksdorp Müzesi’ne getirilen cisimler burada büyük bir özenle incelendikten sonra sergilenmeye başlandı. Küreleri yakından inceleme imkanı bulan Güney Afrika Klerksdorp Müzesi’nin sanat galerisinden Roelf Marx’a göre bu durum tam anlamıyla büyük bir gizemdi. Kürelerden biri müzede kilitli halde bulunan ve dış titreşimlerden bağımsız bir kapta sergilenmekteyken bile kendi etrafında dönebilmekteydi.

Ne oldukları anlaşılamayan bu ilginç metalik kürelerin bulunduğu bölgede yapılan toprak analizlerinde cisimlerin spiral biçimde düzenlenmiş özel bir kaya katmanına ( Pyrophyllite – A12 Si4 O10 (OH)2 ) özellikle yerleştirildikleri anlaşılmıştır.

Yapılan karbon çalışmaları sonrasında cisimlerin bilinmeyen çok üst bir teknoloji ürünü olup 2,8 – 3 milyar yıllık bir maziye sahip oldukları ortaya çıkarılmıştır. Bu da bu cisimleri insan oğlunun yapmadığını açıkça gösteren en büyük kanıttır. Çünkü bundan 3 milyar yıl önce insan denilen varlık henüz ortalarda bile yoktu.

Bu durumda insanın yaratılışından çok daha önceleri büyük bir zekaya ve teknolojiye sahip başka varlıkların bu küremsi cisimleri kasten yaptıklarını göstermektedir.

İnsan yapımı olmadığı anlaşılan bu ileri teknoloji harikası küreler karşısında hiçbir açıklama yapamayan müze yetkilileri cisimleri NASA’ya bildiriler. Haberi alan NASA yetkilileri bile anlatılanlar karşısında büyük bir şaşkınlığa uğrarlar.

Gizemli küreler NASA’yı bile şaşırttı.

Milyarlarca yıl yaşında olan ve kendi ekseni etrafında muntazam bir biçimde dönebilen küremsi bu garip cisimler Pietersburg’dan John Hund’un dikkatini 15 yıl önce çekmişlerdi. Hund’un Afrika’nın güney bölgesindeki Ottosdal’daki Gestoptesfontein madenine yaptığı gezisi hakkındaki rapor bir makale olarak basında yayınlanmıştı.

Bu bölgede Hund, tıpkı okuduğu ve Klerksdorp müzesinde gördüğü gibi bir taş bulmuştu. Bir gün bir restoranda çok düz bir yüzeyde taşla oynarken Hund taşın çok iyi dengelendiğini fark etti. Bu onun çok ilgisini çekmişti. Taşın ne kadar iyi dengelenmiş olduğunu öğrenebilmek için Kalifoniya Üniversitesi’ndeki Kaliforniya Uzay Enstitüsüne götürdü. Yapılan testler ve incelemeler taşım muhteşem bir dengeye sahip olduğunu göstermekteydi. Hatta sonuçlar ölçümleri bile aşmaktaydı.

Testleri ve incelemeleri yapanlar ise NASA için çalışan ve NASA’ya Gyro pusulalar yapan bilim adamlarından ve teknisyenlerden kurulu bir ekipti. Taş öyle mükemmel dengelenmişti ki 1 inç’in yüz bin de biri kadar bile bir hata aralığına bile rastlanmamıştı. Ne NASA ne de taşı inceleyen tüm uzmanlar bu taş hakkında hiçbir açıklama yapamıyorlardı.

Hatta NASA yetkililerinden biri Hund’a bu kadar mükemmel dengelenmiş hiç bir şey yaratabilecek teknolojiye insan oğlunun daha henüz sahip olmadığını açıkça ifade ediyor ve böyle bir dengeleme işleminin ancak sıfır yerçekimi bulunan bir yerde yüksek bir teknoloji sayesinde mümkün olabileceğini de sözlerine ekliyordu.

IRAK’TA BULUNAN SÜRÜNGENİMSİ VARLIK HEYKELLERİ

Aşağıda görmekte olduğumuz bu ilginç sürüngenimsi varlık heykelleri Irak’ta bulunmuştur. Arkeologlar yaptıkları tarihlendirme çalışmaları sonrasında bu heykellerin yaşının yaklaşık MÖ. 4500 ile 5000’lere dayandıklarını ortaya çıkarmışlardır. Bu ilginç heykellerin konumuzla bağlantısı, şekilleri itibariyle bizlerin Reptile ( Sürüngen ) türü olarak adlandırdığımız dünya dışı varlıklara aşırı derecede benzemeleridir. Bilindiği üzere kaçırılma olaylarında çoğunlukla griler adını verdiğimiz varlıklar baş rolü oynamaktadırlar. Fakat griler bu kaçırılma olaylarını yalnıza başlarına yapmamaktadırlar.

Bir çok kaçırılma vakasında grilerle birlikte grilere gözlemcilik yapan yada bizzat kaçırılma olayını başlı başına yöneten sürüngenimsi varlıklara da sıkça rastlanmıştır. Kaçırılma olayına maruz kalan kişiler UFO’ya alındıkları sırada geminin içinde bir çok defalar sürüngenimsi varlıklarla karşılaştıklarını da ifade etmekteler. Verilen ifadelerde surat olarak dinozorumsu, kertenkeleye benzeyen, yeşil derili, iki eli, iki ayağı olan insanımsı varlıklar çokça yer almaktadır.

Irak’ta bulunan sürüngenimsi varlık heykelciklerinden sadece birkaçı.

Burada sorulması gereken asıl soru bu heykellerin neyi yada kimleri temsil ettikleridir. Acaba bu heykeller kaçırılma vakalarında ki sürüngenimsi varlıkları mı yoksa bizim bilmediğimiz bir eşleşme sonucu ortaya çıkmış genetik mutasyona uğramış insanımsı canlılarımı ifade ediyorlar. Bu soruya tam bir cevap vermemiz şuan için imkansız gibi görünmektedir. Ama asıl unutmamamız gereken husus Irak’ta bulunan bu yarım milyon yıllık heykellerin dünya dışı varlıklara dair bir tür olarak sınıflandırdığımız sürüngenimsi varlıklara neredeyse birebir benzedikleri gerçeğidir. Bu küçük sürüngenimsi varlık heykelleri şuan “ British Museum ”da sergilenmekteler.

Volkan Burnaz

By admin

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir